18 Ekim 2012

Hababam

Yine not aldım, yazmadan önce ama not almadığım şeyden bahsederek başlayacağım... Zeytin ezmeli makarna...

Soğanları ince ince doğradım. Onları ateşte bir güzel öldürdüm. Domateslerin kabuğunu soyup ufak ufak kestim. Ölmüş soğanların içine attım. Domatesler suyunu salınca verdim zeytin ezmesini. Siyah renk baskın tabi, sos siyah oldu. Bu görüntü beni korkutmuş olacak ki, zeytine yakışacağını düşündüğüm kekikten ekledim bir tutam. Biraz tuz attım. Sonra çok mu ekşi olur lan bu böyle diyip 1 tane kesme şeker de attım ki kırılsın o tat. Sonra makarnamı ekledim... Karıştırdım. Tabağıma koydum... Size bir tavsiye, denemeyin... Bok gibi oldu... Çöpe döktüm...

Evet, gelelim şimdi asıl konulara. Aç kalmaktan daha asılı neyse onu da bilmiyorum ama not aldıklarıma geçiyorum işte. Hababam Sınıfı'na çok takıldım geçen. Çok izledik, güldük... Hala izleriz, hala güleriz. Ama oradaki çocuklar sanki halkın içindenmiş gibi yansıtılıyor ya hani biz öyle düşünüyoruz. Heh işte kazın ayağı öyle değil gibi geliyor bana. Bir kere özel lisede okuyor bu adamlar. Derseniz ki eskiden özel okulda okumak şimdiki kadar mali külfet getirmiyordu. Ort. harcanabilir gelir seviyesi yüksekti ve özel okullar şimdiki gibi yüksek bedeller talep etmiyordu. Çok inandırıcı olmazsınız. Özel Çamlıca Lisesi'nin ucuz olabileceği ise yetilerini kaybetmiş veya henüz yetilerini geliştirememiş öğretmenleri bünyesinde bulundurmasına bağlı olarak gerçekliğini koruyabilir sadece. Bu bir bakıma anlaşılır.

İyi de bu insanlar fakir demedik ki sen niye okulu ucuza kapatmaya çalışıyorsun diyebilirsiniz. Ama zengin de değiller dimi? Köyden tereyağ yollayan bir baba ne kadar zengin olabilir? Ayrıca hangi zengin, çocuğunu 27 yaşına kadar okutur? Sen gel şu işin başına geç, anlaşıldı senin okumaya niyetin yok demezler mi? Ya da okulun müdürüne para yedirip, şu çocuğu bi geçirin artık müdürüm vallahi bizde hal kalmadı! demezler mi? Zengin adam parasını sokağa dökmez... Bunlar olur...

Diyelim ki orta sınıf vatandaşlar bunlar. Ki bence gösterilen budur. Arkadaş 1 günde müsamere tertip edip elektro-gitarları, takım elbiseleri, dansöz kıyafetlerini hangi bütçeyle getiriyorlar o zaman? Okul karşılamıyor sonuçta, müdürü hepimiz biliyoruz...

Sonra Ahmet diye bir karakter var bu filmlerinden birinde. Hani köylü olan... Bir tek bu mezun oluyor hani. İşte o filmde köy okuluna yardım malzemeleri götürürken bizim hababam, çocuklara çıplak kadın resimleri, sigara filan gönderiyorlar. Ahmet de sinirleniyor ve o ünlü tiradını atıyor. Şimdi bu insanlar köylünün halinden, hele hele 1970'lerin ikinci yarısında dahi anlamıyorlarsa bunlar zengin... Zaten kamp oluyor, hepsi gidiyor. Bir şey oluyor, hepsi katılıyor falan...

Yani ben anlamadım bunlar zenginse, neden yönetmen bize bunlar zengin diye gösteremiyor? Bunlar zengin değilse, bu kadar olanaklara nasıl kavuşuyorlar? Benim bunu bilmem lazım. Çünkü zenginse bu piç kuruları, bu veletler; sevmeyeceğim onları... Adam gözüyle bakmayacağım. Komikliklerine züppelik, esprilerine ukalalık diyeceğim. Bana bunu anlatın, bilmem lazım...

Fazla uzun oldu diğer notlara sadece değineceğim...

Ziraat Bankası sınavlarına İktisadi Aklın Eleştirisi ve Şirket adlı kitapları okuyarak hazırlanmam büyük hata diye düşünüyorum. Daha az süre çalışılmalı, bu yeterli olacaktır diyen bir kitapla; dünyayı şirketlerin yönettiğini anlatan bir diğer kitap bunlar. Banka sınavı için hiç uygun değil.

M. Çulhaoğlu'nun yazısı... İhtiyacımız olmayan şeyler ihtiyacımızmış gibi gösteriliyor diyor bir yerde... Tamam bu çok muhteşem bir tespit değil biliyoruz da; şimdi herkes yanındaki ilk üç cisime baksın. Ama kullanılabilir olan... Telefon, bilgisayar vesaire... Heh işte... Elimizde bulunan hiçbir model aslında ihtiyacımız olan değilmiş ya la! Bu kadar gerçek olduğunu söyleyince anlamıyorsun, uyandırayım...

Burhan Kuzu demiş ki burada koskoca başbakan, orada zavallı Obama! Bunu söyledikten sonra da AB ilerleme rapotunu çöpe attı... Kısacası tüm ideolojisini, siyasetini, geçmişini, geleceğini, olmayan beynini başbakanı yalayacağım diye çöpe attı... Yalnız akıl edemedi ki başbakanı da çöpe attı... Heee bunu nasıl anlar halkım? AB'ye bile kafa tuttu. Kafasını tuttu diyeceğim ayıp olacak... Susuyorum...

İlk defa insanlardan, ilişkilerinden, hayata karşı tutumlarından söz etmedim. Onları yargılamadım bir yazıda. Nasıl? Eleştirmedim... Haydi bakalım... Bundan sonra ne bok yerse yesin insanlar! Nasılsa hep haklılar, nasılsa haklı çıkmanın yolunu hep bulacaklar! Anaaammm! Dayanamadı yine namıssız, hayın...

Hoşçakalın...

05 Ekim 2012

Notlar...


İlk defa bir yazıya başlamadan önce, yazacaklarıma dair not aldım... Çünkü ben bunu dün gece uyuyamamışken yazmak istedim. Ama yazmadım, çünkü saat 6'ydı ve kendimi uyumaya zorlamam lazımdı. Gördüğünüz gibi notların başında da "uyku problemi" başlığı yer alıyor. 6'da yattım diyor parantez içinde de...

Uyuyamıyorum. Son 1-2 aydır, adam gibi uyuduğum gece sayısı 2 bilemedin 3... Adam gibiden kastım da 02.00-03.00 arası uyumak...

Rüyalar görüyorum pis pis. Konuşulanları ve konuşulmayanları kafama takıyorum. Olana bitene yorum ve bakış açısı geliştiriyorum. Ama hepsini yatakta, uzanarak hiçbir şey üretmeden yapıyorum... Mesela neymiş bunlar?

Neşet Ertaş'a takılmışım. Her Tv dizisinin bir yerinde istisnasız kullanıldı adamın türküleri. Beğendiğimiz beğenmediğimiz farketmez tüm diziler kullandılar... Kaç bölüm dizi çektin, hiç mi ihtiyacın olmadı da kullanmadın? Dirisini anmadığın adamın ölüsüne bu saygı neden? Bundan sonra kullanır mısın? Dizi böyle bir şey zaten, ticari kaygılar taşır, neyine takıldın? diye soracak olabilirsiniz. Sormayın, takılmışım işte...

Sonra ne varmış? Bertolucci filmi Ben ve Sen... Burada çalan şarkılar çok güzel şarkılar. Hepsi bildiğimiz ama film sahneleriyle harmanlandığında yüzümüzde tebessüm yaratacak şarkılar. Bu filmden öğrendiğim bir şey David Bowie'nin Space Oddity'sinin İtalyanca bir versiyonu olduğu. Ve sözlerinin orjinalinden farklı olarak bambaşka bir hikaye anlattığı. Açıkçası şarkının İtalyanca'sının çevirisini filmde gördük ama elimizde bulunsa, arada bir bakabilsek çok hoş olur. İtalyanca bilen tanıdığınız varsa sorun, öğrenin de benimle paylaşın lütfen. Aha da şarkı!



Bloga girmeyip, mailden okuyanlar hani lan şarkı diyebilirler. Video çıkmıyor çünkü mailde. Bi zahmet blogtan bakınız...

Diğer konumuza geçelim. Sıradaki filmimiz Ken Loach-Meleklerin Payı... Bir fıçıda bekletilen viskilerin %2'lik bir kısmı zamanla uçar gidermiş, kaybolurmuş. İşte buna meleklerin payı denirmiş... Hiçbir şey öğrenmediysem iki şey daha öğrenmişim bu filmden. Birincisi bir viski fıçısının açılması... Tıpasının sağına ve soluna büyük çekiçlerle vuruyorsunuz. Tıpa öyle yerinden çıkartılıyor yani... İkincisi de bizim burada tanıtım, katalog, reklam icabı etek giyen adama kız gibi etek giydi denir. Aslında karı gibi denir de neyse... İşte İskoç erkekler için etek geleneksel bir kıyafet olsa da filmden görüğümüz artık orda da etek giyen için kız gibi etek giyen adam muamelesi yapılıyor. Polisler öyle yaptı, filmin karakterlerine. Bu arada bahsettiğim iki film de seyirlik. İmkanı olan izlesin...

Bakalım başka ne not almışız? Bunu uzun tutmayacağım. Bir 25 sene yaşadım, kimin ne bok olduğunu anlamadım. Hangisi gerçek, hangisi doğru, hangisi samimi ve hangileri değil bilemedim. Söylem, eylem bu kadar ters gider mi arkadaş? Anam anam mı? babam babam mı? sen sen misin? bilemedim... Bir 25 seneyi daha böyle geçirecek gücüm yok, lütfen herkes açık olsun ve ne istediğini anlatsın... Ne olduğunu... Bak mesela sen benim için dersen ki Berk böyle yapar, davranır, düşünür... Orda işlem tamamdır... Ben öyle yaparım, öyle davranırım, öyle düşünürüm... Basit olun... Ya da basit olmamayı sıradan olmakla karıştırmayın... Rica ediyorum... Tamam sizin yanınız kalabalık, ben yalnızım birkaç kişi hariç ama sen ne zaman yalnız kaldığını değil bırakıldığını bir düşün... Bana hak vereceksin. Yalnızlık tercih sebebiniz olsun, şartların getirdiği nokta olmasın... Bunun için de bana açık olun. Yalnız kalmazsınız...

Eveettt... Özlemek yazmışım... Dün gece... Kimi, neyi özlemişsem artık. Hatırlamıyorum... O kadar özlemişim ki unutmuşum demek ki...

Hayat bir gündür, o da bugündür felsefesi saçma gelmiş bana yine dün gece. Hayat her gündür, o da bugüne kadar geçirdiğin hergündür demişim... Aslında sevdim bunu... Bugün bile yok, ne yarını? Geçmişinle varsın, bugün de yarın da... Geçmişini kurtar, yarınını halledersin... Bugün zaten yapacağın iş ise, dününü kurtarmak. Söylemeye gerek yok...

Yok olmak istiyorum demişim. Evet, istiyorum... Alacak - verecek yokken, verilmiş sözler ya da tutulmamış sözler yokken, kimseye kötülük yapmamışken(en azından bilerek) yok olmak istiyorum... Hazır yokken, yok olmak istiyorum...

Bir de twitter-Fenerbahçe yazmışım. Buradan twitterda yaptığım Fenerbahçe ile ilgili yorumlar için herkesten özür diliyorum. Her aklıma geleni oradan paylaşmak benlik bir şey olmasa da bazı takipçilerimin ve takip ettiklerimin samimiyetine çok inandığım için olabildiğince açık oluyorum orada... Gerçekte o kadar dışavurumcu bir insan olmadığımı bilirsiniz... Rahatsızlık için kusura bakmayın...

Annneeeeeeeeee bittiiiiiiiiiii!!!

Kendinize iyi bakın!!!