18 Ocak 2013

Nabız

Her yazıya böyle başlar oldum ama yazmayalı yine uzun zaman olmuş. Not aldıklarım filan alındıkları yerde kalıyorlar artık. Gündem hızlıca yön değiştirebiliyor bilindiği üzere... O anda paylaşmazsan sonra yazmanın bir anlamı kalmıyor. Tam olarak şu saatlerde izlediğim bir televizyon programından hareketle gündemin nabzını tutmaya başlıyorum...

Beyaz Tv'de bir gazeteci(!) ortaya bir iddia attı. Kemal Kılıçdaroğlu'nun 7 bin akrabası İzmir Belediyelerinde çalışıyormuş ve hepsi Aleviymiş. Beyaz Tv de bunu ciddiye alıp masaya yatırdı. Şimdi bu açıklamayı yapan adamın akıl sağlığı ile ilgili fikirlerimi paylaşmama gerek yok. Ama "hepsi de Alevi" aleni ırkçılık değil de nedir?

Bir de bir insanın 7000 akrabası mı olur lan? Olsa bile bilebilir mi? Adam bir ilçeyle akraba, biraz daha üreseler şehir kurarlar... Niye Chp Genel Başkanlığı yapsın ki bu adam? Şehri olur be adamın. Sokmaz istese kimseyi... Enteresanmış. Ben 7'den sonraki akrabalarımı sayamıyorum, kassam 17 tane çıkar hafızamdan. Adamın 7000 tanesini hatırlaması ve hepsine de aynı şehirde iş ayarlaması mümkün mü yahu? Bir de niye aynı şehire kümelensin ki bu akrabalar? Dağılsalar yurdun dört bir yanına olmaz mı? Başa dönelim... 7 bin akraba nedir be?

Diğer konumuz tabii ki Levent Kırca - Fatih Altaylı kapışması... Levent Kırca o iğrenç ifadelerinin arkasında hiç durmayarak, hiçbir mazeret, bahane üretmeyerek ve sadece özür dileyerek bir nebze de olsa hala insan olduğunun sinyallerini verebildi. Ama aynı programın ilerleyen dakikalarında yaşadığı atışma ile Fatih Altaylı'nın sinirlendiğinde insanlıktan çıkıp başka bir yaşam formuna dönüşebildiğini ve bilinmeyen bir dille konuşabildiğini de görebildik. 

Sen salaksın, yalakasın gibi ithamlarda bulundu Levent Kırca... Haklıydı... Takayım mı muhabbeti ise ikilinin çirkinliğine yakışan cinstendi...

Birand öldü, badem gözlü oldu. Birand'ın TRT'de çalıştığı dönemlerde devleti nasıl dolandırdığı, sahte faturalar düzenlediği ve hapis cezası alıp bunun paraya çevrildiği ortada. Tüm hükümetlerin gözbebeği olması aşikar. 28 Şubat Belgeseli hususunda Rıdvan Akar'ın emeklerinin üzerine konması malumunuz... Gazeteceliğin hapsedildiği, öldürüldüğü dönemde başbakan ve bakan uçaklarında ya da yemeklerinde sorunsuzca yer alabilmesi ise kör göze parmak. Şimdi bu adam öldü diye neden üzüleceğiz, biri çıkıp anlatsın. Habercilikte tarihmiş kendisi... Mehmet Barlas da öyle... Emre Aköz bile öyle... Engin Ardıç? Nazlı Ilıcak? İlerde Rasim Ozan ve Mehmet Baransu da böyle anılacak... Hepsine üzülecek miyiz yani biz? Kusura bakmayın da siz Birand'a üzülün biz de size...


ÇHD avukatları ve Yorum üyeleri gözaltına alındı. Gündem dedik, gündeme taşıyan olmadı. İyi ki bazı gazeteci - muhabirler hala var da internet ortamından olan-biteni takip edebiliyoruz. Polisin aramasından sonra İdil Kültür Merkezi'nin aldığı hali gösteren şu yukarıdaki fotoğrafı bir metafor olarak kabul edersek üzerine çok fazla söz söylemeye de gerek kalmaz. Polis devletinde en çok istenmeyecek şeydir adalet ve adalete tek ihtiyacı olandır ezilenler ve ezilenlerin çıkarabildiği tek sesş temsil eder aslında böyle avukatlar... Tüm avukat dostlara, adalet arayışlarında kolaylıklar dileyelim zira Türkiye'de adalet, samanlıkta iğne kadar bile değil...

Başka ne oldu? Paris'te işlenen cinayetler var, Hrant Dink var, gizli doğalgaz zammı var, tiyatroya saldırı var, başbakanın beyaz ekmek yedirmeyecek olması var... Uff girmemek gerekirmiş bu gündem işine. Burada bırakalım...

Son olarak Kelebeğin Rüyası adlı film konusu itibariyle ilgi çekebilecek gibi duruyor. Ticari bir iş olmak zorunluluğunu kabul etmekle birlikte merak etmedim değil... Acep nasıldır, nedir, ne değildir?

Son tespit: Cem Yılmaz ne kadar komikse, Kadir Çöpdemir o kadar değil...

İyi geceler/günler/sabahlar/akşamlar... Heh, bir de şarkı...

Hoşçakalın...