20 Mayıs 2012

Rüya

Yuh! Saat 13.42 olmuş... Neden bu kadar uyudum ki? Normal bir saatte de yatmıştım üstelik. Şaşırtıcı. Belki de uykumda bayılmışımdır yine. Belki de rüyalarım güzeldi. Rüyalarım? Neydi ki? Peki uyanır uyanmaz yazmam nedendi?

Giyindim. Sıktım deodoranı(evet deodorant değil deodorandır doğrusu), parfümü. Sağ cebim delik. Oraya koyamam bozuk paraları. Sol cebe... Sigaranın yanına koydum. Sağ cebime telefonu attım. Cüzdana da arka ceplerden birini tahsis ettim.

Kapıyı çektim. 3 kere kilitledim. Annemin tembihi. Eve daha önce hırsız girdiği için, evin kapısını, evin içindeyken bile kilitliyoruz. Neyse. Kilitledim. Çok kalabalık anahtarımı koyacak yerim kalmamıştı. Benim anahtarım cidden çok kalabalıktır. 3-4 tane anahtarlık, 2 tane market indirim kartı, 1 tane de kapak açacağı mevcut. Haliyle sığmıyor öyle çok yere. Peki neden o kadar kalabalık? Anahtarlıklar hediyeydi. Hepsi aynı kişinin hediyesiydi :) Anısı vardı yani. Açacak çok lazımdı. E market kartları da indirim açısından faideliydi... Nasıl o kadar kalabalık olmasın ki?

Anahtar elimde kaldı. Öyle yürüdüm. Hava iyi mi kötü mü anlaşılmıyordu. Sıcaktı ama bulutlar çoktu, güneş yoktu. Yine de yürümeye elverişli bir ortam vardı. Bir gün önceki deli yağmura üzerimdeki kısa kollu t-shirtle yakalanmamdan ve o yağmuru yarım saat boyunca yemek durumumda kalmamdan dolayı; böyle havalar bana işlemezdi. Hayatımda 2. kere bu kadar çok ıslanmıştım. Diğeri de bilmemkaç sene evvel, otobüs beklerkendi. Ama ne otobüstü o? Gelememişti. O zaman aktarma mı yoktu acaba? Niye bekledik ki o kadar? Belki de beklemek güzeldi, ne bileyim. Hatırlamıyorum. Çok ıslanmıştık ve saatlerce sürmüştü, sadece bu.

Nereye gideceğini bilmeden yürümekti bugün görevim. Bu görevi çok seviyordum. Bazen kendimi bulduğum yerlere kendim şaşırıyordum. Ataköy 5. kısımın sahile bakan banklarında ya da Osmaniye'deki eğitim ve araştırma hastanesi biriminde ne işim olabilirdi ki? Bakalım bugün nerede bulacaktım kendimi?

Yürüdüm...

Yok ya burası tanıdık. Ben buraya daha önce geldim... Çok defalarca geldim... Ama şimdi neden gelmiştim?Kesin bir şeye ihtiyacım vardı... Neydi acaba? Unuttum... Burası... Yalnızdım... Upuzun binaların arasında kalmıştım. Dönmeliydim. Dönemedim. Kaldırıma oturdum. Ne çok köpek gezdiren var burada böyle! Yakaladığımı sevdim... Bu binalar yıkılırsa, sadece buradakiler ölmez; domino etkisiyle Düzce'ye kadar can alır bu binalar diye düşündüm.

Berk! Aaa biri bana seslendi. Kimdin ya sen? Heh hatırladım. İlkokul arkadaşım...

-Merhaba, naber?
-İyiyim sen?
-İyi ben de. Napıyorsun buralarda?
-Duruyorum.
-O ne be öyle?
-Yürüdüm işte öyle, bir şey yapmıyorum.
-Buralarda mı oturuyorsun ki sen?
-Hee kaldırımda oturuyorum işte.
-....(kem küm)
-Yok ya şaka tamam. Yok işte yürüdüm, gelmişim buraya kadar.
-İyi misin sen?
-İyiyim.
-Kime geldin, neye geldin?
-Napacaksın ya, bulup getirecek misin?
-Düzgün bir şey sorduk, ne bu haller? ben kaçtım.
-Ya El... Pardon.. Nereye?
-Sana ne? Napacaksın?
-Hee dimi?
-Sana bir şey diyim mi?
-Ne istersen...
-Beklediğin gelmeyecek...
-Ben bir şey beklemiyorum...
-Bekliyorsun...
-Hayır, beklesem niye geleyim? Yerimde dururum...
-Peki burada niye duruyorsun?
-Yoruldum...
-Daha çooook yorulursun...
-İşim yok, zamanım çok. yorulabilirim...
-Gelmeyecek...
-......(mırın kırın)
-Anlatmak ister misin?
-Neden?
-Rahatlarsın...
-Bugüne kadar hiç anlatıp da rahatlamadım. Daha fazla rahatsız oldum sadece...
-İyi, ben gidiyorum...
-Ben de...
-Gelmek ister misin bize?
-Olur...

Gittim...

Bir süre sonra oradan ayrılmaya karar verdim... Gerek yoktu daha fazlasına...

Bu sefer minibüse bindim. Kaybolmaya niyetim yoktu. Eve dönmeliydim. Sebebini bilmiyordum bu gerekliliğin ama böyle olmalıydı.

Bizim bakkala geldim... 3 tane Bomonti'yi aldım herzamanki gibi. 3.35'ten 10 liraya bağlıyordum. Hem ben kazanıyordum hem bakkal. Eve geldim... Hala yalnızdım...

Bugün ne olmuştu? Hiç... Peki ben neler yaşamıştım, hissetmiştim öyle? Ne de çok yorulmuştum, dururken...

Yalnızlık, gerçekten de bir yalnız kalma hali olarak belirse tamamdı ama içinden başka bir benlik kendi yalnızlığıma musallat olunca ortalık karıştı. Benim hiç niyetim yokken, içim beni o yere sürükledi... O çok delikanlı içim var ya içim, oraya gittikten sonra bir pısırığa dönüştü ve ben geri dönerken gıkını bile çıkaramadı... Ben böyle için...

İçim bile işe yaramadı, dışım ne yapabilirdi? Kalp beceremedi, dil ne söyleyecekti? Beyin söz geçiremedi, gözler neyi anlatacaktı?

Uuuuu saat 18.17... Ne çok uyumuşum... Bayıldım mı acaba yine?

Güzel bir rüya mı gördüm de uyanamadım? Hatırlamıyorum ki!

Haydaaa! Bu kağıt ne? Kim yazdı ki bunları?

Yüzümü yıkadım. Cebi delik pantolonumu giydim. Anahtarlıklar elimdeydi ve batıyordu.

3 tane Bomonti aldım... Kaldırımdaydım... Gelmeyecekti... Ama zaten beklemiyordum ki... Bu bir rüyaydı... Hepsi bir rüyaydı... Ben yoktum ve bu binalar boştu...

Uuuu saat 23.37... Ne çok uyumuşum. Peki bu yazı kimindi? Hepsi bir rüyaydı... Hatırlamıyordum ki...

Saat 04.01... Bu yazı bitti...

Bu şarkı bitmedi... Sail... Koyalım...






18 Mayıs 2012

Subliminal Banka

Facebook subliminal mesajlar veriyormuş. Facebook giriş sayfasındaki noktaları birleştirince SEX diye bir şey çıkıyormuş ortaya. Sonra birsürü öyle şey varmış işte site kullanıcıları için. Beyne sürekli bir sex pompalamasyonu oluyormuş. Neden Facebook'u en çok kullanan ülkelerden biri olduğumuzu(Dünya'da 6., Avrupa'da 1.'yiz) da anlamış olduk. İlkokul arkadaşı bahane, dekolteler şahane!...

Sonra Avrupa'da insanlar daha bıdı bıdı diyormuşuz. Buradakiler çok gericiymiş ya da açmış falan... E ne olacağımış? O kadar çok şey görüyormuş ki, istiyormuş hiçbir zaman kavuşamayacağı o şeyi. Facebook'un yarattığı toplumsal kötü vakaları geçelim, yani geçen gazetede okudum 16 dakikada tanıştı, 1 saatte sevişti, 3 saat sonra öldürdü gibi bir haber. Onu geçelim... İnsana dair diğer olumsuz vakalarda, böyle sosyal ağların pompaladığı dürtülerin yeri de çokmuş...

Facebook'un CIO'su Zückerberg çok acayip zenginmiş ama mütevazi bir hayat yaşıyormuş. Hayır yani nereye yatıracakmış ki parayı? Ye, iç, gez, toz bitmeyecek bir para...

Yine de Facebook'un kaynak ihtiyacı doğmuş. Halka açılıyormuş. Halka açılan her şirket gibi aslında yaptıkları halka yazılmakmış. Facebook, sex, açılmak... Çok subliminal...

Yok ya Facebook düşmanı falan değilim, hiç de umrumda değilmiş. Gerçeklerin peşindeymişim. Bu sebeple çok gerçekçi ama gerçek olmayan Oğullar ve Rencide Ruhlar kitabının hastası olmuşum.

Gerçek derken; geçen bir konferansa katılmışım. Uuuu konferans? Ama evet. Ben okula derse diye gittim, konferans varmış. Dalmışım içeri... Bankacı bir keltoş gelip bişeyler anlatmış. Ben ilk cümlesi zenginden alıp fakire veriyoruz diyen bir bankacıyı dinlememişim haliyle. Kızları kesmişim. Onu da yakalanınca farketmişim. Hayırdır şeklinde mimikler yapmış. Ben de utanmışım...

Adamın anlatması bitince sorular sorulmuş. Dinlemişim onları. Çocuk siz insanlara hayal satıyorsunuz demiş. Sonra da ödeyemiyorlar bilmemne diye dert yanıyorsunuz burada demiş. Adam da kem küm etmiş. Sonra da Türk'üz biz muhabbetine girmiş. Alırmışız, ödemezmişiz.

Yok Türkler bankalara çok güvenmezmiş. Avrupa'da insanların %98'i bankalarda hesap sahibiymiş. Bizde 40-45 civarımıymış neymiş. Bunun sebebplerini Türk'üz işte biz diye açıklayan adam da hakikaten tam Türk'müş...

Haa bu arada Dünya'da cep telefonu değiştirme hızı sıralamasında da Kanada'dan sonra ikinciymişiz. Kaç milyon fakir, kaç milyon işsiz şeyimizde değilmiş. İlle de cebimizmiş, ille de telefonumuzmuş, ille de facebookumuzmuş, ille de twitterımızmış...

Dünya'da sevgili değiştirme hızı sıralamasında kaçıncıyız lan acaba? Hele sevgiliden ayrılıp, diğer sevgiliyi bulana kadar geçen sürede seviştiğimiz insan sayısını değiştirme hızında bence en birinciyiz. Kimse elimize su dökemez. Çünkü kızlarımız hassas, erkeklerimiz de çapkınmış... Ayhhh canlarım ya. Yazık bize çok mağdurmuşuz. Her şeye de bi açıklamamız varmış...

Barlarda, sokaklarda gözüyle s..tiği insan sayısını değiştirme hızında uzayın öncüsüyüzdür bir de... Sonra o s..tiğimiz biriyle gerçekten sevişmeye ikna edebilme hızımız da fena değil artık... Nedeni bir önceki paragraf...

Şimdi okuyucular! Subliminal falan değil, direkt verdik mesajı. Hadi eyvallah...

Selin! İğrenç bir yazı oldu farkındayım... Affedivercekmişsin...

06 Mayıs 2012

Oda

Aylar süren bekleyişten sonra odamın boya badana işlemi tamamlandı. Gerek girişimci ruh eksikliği, gerek maddi durumlar, gerek de "yaz gelsin hele" söylemi nedeniyle birkaç ay boyunca iğrenç bir odaya hapsolmuştum. Şimdi çok mutluyum...

Odanın iğrençleşme sürecini kendi ellerimle başlattım. Çok zaman önceydi. Odanın renginden çok şikayetçiydim. Birgün gittim bir boya aldım ve vurdum fırçayı. Odayı bordo yaptım. Bok gibi oldu. Hem fırça izleri hem tavanı boyamalar hem de yere boya dökmelerle rezil bir hale büründürdüm odayı.

Bir de karanlık oldu açıkçası. Yani akşam 1-2 saat erken geliyordu benim odama. Ne kitap okunuyordu, ne yazı yazılabiliyordu...

Nasıl kurtarabilirim diye düşündüm. Posterler alıp yapıştırmaya başladım. Çok fazla poster oldu. Sonra pano astım. Üstüne de beni mutlu edebilecek şeyler koydum. Duvarlara baktığımda mutlu olmalıyım diye düşündüm. Artık fena sayılmazdı. Badanası iğrençti ama bi şekilli duruyordu. Kısacası odama birini misafir ettiğimde, utanmıyordum.

Bir zaman sonra bu şekilli görünümü perçinleyeyim diye el izlerimi bırakayım duvara dedim. Felaketim oldu... Oda iyice çığrından çıktı. Sonra birkaç stiker yapıştırdım. Bunun anlamı odaya tecavüz etmemdi. Artık buraya bir misafir sokamazdım. Sadece odaya sokabileceğim misafirlerimi sokmadım. Hayatıma misafir ettiklerimin odaya girmesi konusunda ise tabii ki edilgendim. Onların benden farkı yoktu. Bu oda benim olduğum kadar onlarındı.

Baktım ki oda boka sardı. Söktüm posterleri, kaldırdım panoları. Posterleri attım. Panonun üzerindekileri bir kutuya koydum. Dedim ki boyacı çağırın şu odayı adam etsin. Ben yaşayamıyorum.

"Hee tamam" dediler. İlk paragrafta yazdım...

Sadece odama misafir edebileceğim bir insanı, hayatıma misafir ettiğimi sandığım durumlar da oldu. "Burada nasıl yaşıyorsun?" diye sordu. "Ben burada yaşamıyorum ki, ölüyorum." dedim. Çok etkileneceğini sandım. "Bırak ya" dedi. Bıraktım...

Ve nihayet odam boyandı. Yatağımın pozisyonu değişti. Mobilyalar kondu. Bence güzel oldu. Şimdi odama herkesi misafir edebilirim. Ama hayatıma misafir olmuşları ağırlamak daha çok hoşuma gider...

Bu yazı, bu odadan yazılan ilk yazı... Artık ben burada yaşıyorum diyebileceğim bir odam var. Kitap okuyabileceğim... Ama pano koysam mı lan yine? Belki şekilli olur...

- "Yooo Berk yooo, henüz değil!"
- "Bırak ya!"

Bıraktı...

03 Mayıs 2012

Dur!

Korkuyorsun
Sevilmememekten...
"Yalnız bırakılmak"tan...

Korkuyorsun
Sevmemekten...
"Yalnız kalmak"tan...

Yani sen,
Sevginin, sana ait olan "sevgi"nin,
Ne olduğuna bakmıyorsun,
Çünkü korkuyorsun...

Yani sen,
Seni yalnız koymayacak türden
"Sevgi"nin peşinden
Koşuyorsun...

"Sevgin"in değil, ortadaki "sevgi"nin
Yani sen, yalanın peşinden...
Yani sen, sana ait olmayanın ardından...
Yani sen, sırf mutlu olmak uğruna...
Sırf yalnız kalmamak adına...
Sırf kendini iyi hissetmek için
Kendi hissetmediklerinle beraber
Koşuyorsun...

Korkunca, uzaklaşmak için koşar insan.
Sen kendinden uzaklaşıyorsun...
Koşuyorsun...

Koştukça daha çok yol katettiğini sanıyorsun
Daha fazla hata yapmayı umursamıyorsun
Sağında, solunda neler vardı görmüyorsun
Kaçırdıklarını farkedemiyorsun...

Sen!
Bir dur! Bak!
Sağına soluna değil...
Kendine...
Bak bakalım nesin? Kimsin? Nerdesin? Kimlesin?
Ve neyin peşinden gidiyorsun bu kadar sevinçle?

Sen!
Kaybetme kendini...
Korkma yalnızlıktan...
Uzaklaşma sol yanından...
Koşma...

Sen!
Senin derdin bitmez...
Sen bitersin...
Belki de bitmişsin...
Bitirmeye bile başlamışsın etrafındakileri...

Sen!
Durmadın!
Kalabalıklar içinde,
Yalnızlığının farkında bile olmadın...
Şüpheye düştüğünde,
Sana uzanan elin kimin eli olduğuna bile bakmadın.

Sen!
O eli de 
Kendisinden uzaklaştırdın...

Sen!
Koş!
Kork!
Uzaklaş!

Bir gün durduğunda!
Çok uzaklaşmış olduğunda!
Yanındakilere bak...
Kendine bak...
Korkunun bedeli işte...
Hala düşünebiliyorsan...
Hala kendine ulaşabiliyorsan...

Sen!
İyi geceler sana...


=) Ben bu yazdığım şeyleri buldukça kendime olan nefretimi katlayarak arttırıyorum. Bunu bir Cuma gecesi yazmışım. Nerede yazdığımı hatırlamıyorum. Ben içince mala bağlıyosam demek ki... Neyse. Bu saçmalıkları yırtıp attığım için, buraya koyuyorum. Bakıp eğlenirim diye... Kusura bakmayın okuyucular... Varsanız tabii... Selin var galiba ama. Son yazı yine facebook beğen tuşuna mahzar olmuş. Selindir diyip geçiyorum artık :)

Hadi görüşürüz...

Bir şarkı ekleyelim de bu post bir anlam kazansın :) Akustik iyidir, izleyiniz...