19 Aralık 2013

Bir operasyon var bu gece...

Güzeller güzeli sevgilimin isteği üzerine aylar sonra tekrar yazıyorum...

Ne yazacağıma dair yine bir fikrim yok. Memlekette gündem yine cafcaflı, civcivli...

Gezi olayları geldi geçti, tek satır yazamadık. Çalışmaya başladık, vakit kalmadı. Aslında yine yok ama dedim ya sevgili istedi, başladık. Sevgilimi çok seviyorum ve onu kıramıyorum. 

O zaman hemen gündemden dalalım mevzuya. Operasyon yaptı hocaefendi, a ka pe'ye... Hocaefendi alakam yok diyor ama biliyoruz ki Zekeriya Öz varsa işin içinde ve Emre Uslu ile Mehmet Baransu destekliyorsa o işi; o Hocaefendi'nin icazet verdiği bir iştir. Tabii ki şike davası hariç. Orada Fenerbahçe pislik, şüphe yok.

1 gün önce Hakan Şükür, kendisinin yazmadığı açık olan bir mektupla a ka pe'den istifa ederken noluyor lan demiştik, bir gün sonra gördük olanları. Ağaoğlu gözaltında, Rezza bilmemne gözaltında derken bakan oğulları, banka genel müdürü filan da alınınca aha dedik. Olanlar oldu. Başka bir düzleme oturacak memleket. 

Şimdi karşılıklı salvolar. Operasyonun çeşitli dalgaları olması beklenirken, a ka pe'den hamleler. Emniyette görev değişiklikleri, savcılara ek savcılar getirilmesi vesaire... 

Anlaşıldı ki teyyip'in gidiş süreci hızlandı. Teyyip'in gidici olduğunu görenler süreci hızlandırdı. Şimdilik işin eğlenceli tarafı magazini. Seks kasetlerini bekliyoruz dört gözle. Hiç de ahlaksızlık değil şimdiden söyliyim. Özel yaşama saygı diyene; kızlı-erkekli evlere, kaç çocuk yapacağına karışanların, başkalarının seks kasetlerinden sonra eline, diline, beline hakim olacaksın diyenlerin, kadın mıdır kız mıdır diye meydanlarda böğürenlerin vb. seks kasedinin yayınlanması ahlaksızlık değildir demek lazım. Tek isteğimiz olabilir; birileri bunları derken ses çıkarmayan kasetçi tayfanın da buna benzer kasetlerinin çıkması... Seyredelim cümbüşü...

Gidenin ardından yeni düzeni kurma yetisini kaybetmeleri açısından da istiyorum bu çürümüşlüğü... Ayrıca bu düzen, bu siyasetçiler, bu kamu görevlileri, bu yargı, bu meclis, bu devlet, bu derin devlet, bu metrobüsteki fakir, bu 80 yaşındaki sekreterini taciz eden zengin mi ahlaklı ki; biz bu düzende ahlak temsilciliği yapacağız? Biz ahlaklı yaşayacağız ama ahlaksızlıkları, sadece seksist bir bakış açısından değil bütün dünyevi münasebetlerle tescillenmiş olanları mı koruyacağız? Yok arkadaş! 

Biz isteriz ki süreç bitince yepisyeni bir düzen kuralım, mutluluğa koşalım, gel beraber mesut olalım... Ama kendi adıma böyle beklentilerim yok. Gezi'den sonra bu olayın patlaması bir yanda mağduriyet edebiyatı yaratacakken; diğer tarafta da kemikleşme ve alternatif koyma arayışına yol açacaktır. Yani ben çözülmelerin değil dünden biraz daha farklı da olsa kenetlenmenin olacağını düşünenlerdenim. Seks kasedi dediğin şey de en nihayetinde MHP ve CHP'nin oylarını arttırmış bir olaydır. Diğerlerini yok etmiştir.

Teyyip'e bakan bulmak kolay. Nasılsa emri o veriyor. Yani bir komplo teorisi de a ka pe'nin buna bilerek göz yumması ve buradan bir seçim yatırımı yapması... Olur mu olur...

Biz ne yapalım? Seçimi geçelim. Alternatif yaşam olanakları sağlayalım. Gezi'nin öğrettiği gibi. Anlatalım, dinleyelim. Yaklaşalım... Dokunalım... Daha güçlü, daha kalabalık duralım. Dağıldıkça toparlanalım... Varsın düzen değişmesin, varsın bu köhne, çürümüş sistemin için yaşamaya mahkum kalalım... Ama kan dolaşımımız hızlansa, nefes alma alanımız genişlese fena mı olur?

Bu düzende daha iyisi olabilir ya da aşamacılık değil söylediğim... Ulan yaşıyoruz gidiyoruz. Zaman da maşallah piyuuuuu geçip gidiyor. Bir tane hayatımız var. Belki bir saat belki 60 yıl... Ama 1 tane işte... Daha iyi, daha derin, daha gerçek, daha değerli yaşamayalım mı arkadaşım?

Hee Kürt hareketi var iki noktada kıl oldum kendilerine şu son operasyon sürecinde. Biri Pervin Buldan ve tayfasının ehiiihehi mecliste kimse yokken başbakanın oturduğu koltuğa oturdum minvalinde tweet atması. Diğeri de operasyonun barış sürecini baltalamak için yapıldığını iddia etmeleri. Siz oturabilirsiniz ama temsil ettiğiniz halk başbakanın kucağına(koltuğuna) oturamayacak kadar siyasi bilince sahiptir. Ve sizden sıyrılıp, arayışa geçecekleri gün yakındır.

Demin dedim ya dokunmak... İşte acaba onlara dokunmanın şimdi tam da sırası değil midir?

Ondan sonrası, düğün dernek....

Vıy vıy vıy da vıy vıy yar... hım hım hım da hım hım yar....

Seni seviyorum!

21 Mart 2013

Saatler

Saatler geçiyor...
Tik tak tik tak tik tak...
Yelkovanın acelesine,
Akrep niye ayak uyduruyor?

Saatler geçiyor...
Tik tak tik tak tik tak...
Bakıyorum gökyüzüne,
Her an daha fazla mı kararıyor?

Saatler geçiyor...
Tik tak tik tak tik tak...
Dinlediğim şarkılar,
Neden yokluğuna karışıyor?

Saatler geçiyor...
Tik tak tik tak tik tak...
Bir nefes çekiyorum, 
Dumanı odamı boğuyor.

Bir türkü çalıyorum, 
Neredesin sen? diyor...
Nerede olduğunu biliyorum,
Zaman tokadını atıyor...

Bir şiir yazıyorum,
Bir şarkı oluyor,
Bir sana söylüyorum,
Bir biz biliyor...

Bir kavga görüyorum,
Birileri küfür ediyor,
Oysa ki küfür işçi sınıfının ağzında çiçek, 
Can Baba öyle diyor...

Saatler geçiyor...
Tik tak tik tak...
Şiir yazamıyorsun,
Bari şiir ol diyor...

Saatler geçiyor...
Tik tak tik tak tik tak...
Biri var işte,
Bütün şiirler oluyor...

Yazılabilmiş veya yazılamamış 
Denenmiş veya denenememiş...
Okunmuş veya okunamamış...
Ağlanmış ya da ağlanamamış...

Saatler geçiyor...
Tik tak tik tak tik tak...
Senle başlayan günün,
Gecesi de senle bitiyor...

Saatler geçiyor...
Tik tak tik tak tik tak...

Saatler geçiyor...
Zaman tokadını atıyor...
Gecikiyormuşum...
Küfür benim ağzımda da çiçek...

Saatler geçiyor...
Zamanın durduğu...
Tek yere...
Yanına... Gelmeme
Az kalıyor...

Saatler geçiyor...
Tik tak tik tak tik tak...

Saatler geç...


28 Şubat 2013

Araf ve Aşk üzerine

Son dönemde izlediğim en travmatik ve en çarpıcı film Haneke'nin aşk filmiydi. Tüm film boyunca yaşanan çöküntü ve gerilimli sıkıntı ile öylesine özdeşleştik ki biz izleyiciler, Haneke dehşet bombasını patlattığında sinirlerimizin boşaldığını hissettik. Dehşet sonrası biz de bir rahatlama yaşadığımızı acı da olsa itiraf etmek gerek.

Araf'ta da benzer başarı seviyesini yakalamış olan 15-20 dakikalık bir bölüm bulunuyor. Tırmanan gerginlik ve stres sonrası dehşet verici bir bebek düşürme sahnesi! Ancak burada özdeşleşmeyi yaşayan seyirci kadınlarla sınırlanıyor, önceki gerginlik 15-20 dakika sürerken dehşet anı uzadıkça uzuyor. Haneke bize balyoz vururken Yeşim Ustaoğlu sağlam bir tokat patlatıyor.

Burada her ne kadar seyirci-karakter özdeşleşmesini Hollywoodvari bir şekilde kutsamış gibi görünsem de, yabancılaştırma efektine ilişkin tartışmada derinleşmediğimi bilerek bu hususta fazla yorum yapmaktan imtina ediyorum. Ancak yabancılaşma efekti yöntemlerden biri olup toplumsal gerçekçi sanatın/sinemanın/tiyatronun tek yolu olmadığını düşünmek yanlış olmaz sanıyorum.

Araf'ın karakterleri hem toplumun lümpen ve yoksul kesiminden, hem de oldukça "gerçek" karakterler.

Gerçekle bağdaşmayan bir nokta, Mahur'un çok az konuşması. Bu onu neredeyse kötü çizilmiş bir hayalete dönüştürüyor. Ancak karakterin hareketi ve yaşayışı gerçekçi ayrıntılarla çizilmiş.

Film hakkında Kültür Mafyası (1. Sayı) da okuduğum ve not ettiğim yorum; karakterlerin kaderlerini belireyenin aslında kendi seçimleri olduğu ve hiçbirinin kaderine boyun eğmediği, değiştirdikleri, şeklindedir.
*Bu yazı 13.10.2012 tarihinde yazılmış olup blogda ölümsüzleşmesi amacıyla eklenmiştir.


Takvim

Ne yazacağıma dair hiçbir fikrim yok, sadece sığındım buraya. İşsizlik, sıkıntılar...

Yazarsam rahatlarım diye düşünüyorum ama ne yazsam acaba?

29 Şubat'ta doğanlar d.günlerini 1 Mart'ta mı kutluyorlar diye girişsem? Hayır yani, çok acayip... Artık yılın, artık günü doğuyorsun. Artıksın yahu, senden ne hayır gelir ki? 4 yılda bir yaş alsalar ya onlar... Değişik insanlar olsalar. Dünya onları öyle kabul etse, bağırlarına bassa...

Bir de neden Şubat 28 gün? Ocak, Mart değil de Şubat... Kim kısmış Şubat'tan? Neden Şubat'tan? Temmuz - Ağustos ve Aralık - Ocak üst üste 31 çekerken üstelik. 31 gün demek istiyorum... Hayır yani, bunu hangi mantıkla düzenledin ki, düzenleyici?

365 gün yok mu hacı? Obeb, okek ya da ebob, ekok diye bir şey var değil mi? Ayır şunu çarpanlarına, ortak bir sayı bul. Artan 4 saati de ekle yılın son gününe... 12 çarpı 30, 360 gün yapar değil mi? Demek ki 5 ay 31 çekecek ki 365'i bulacağız... Ocak, Mart, Mayıs, Temmuz, Ağustos, Ekim ve Aralık yani 7 ay 31 çekiyor. Neden? 4 ay 30 çekiyor ve Şubat 28... Cidden anlayamıyorum. O 1-2 gün mü belirliyor mevsimleri. Kimse Ağustos biter bitmez yaprakların dökülmesini beklemiyor değil mi? Bekleyen varsa tokat atın, kendisine gelsin...

Önerim: Ocak baş aydır, 31 çeker... Gerisi 30, 31 gidecek işte... Ocak, Mart, Mayıs, Temmuz, Eylül 31 çekecek... Kasım da kusura bakmayacak. 30'da kalacak... Dur ya 4 yılda bir oluşan o 1 günlük süreyi de Kasım'a ekleyelim, gönlü olsun işte... Böylece elimizi yumruk yapıp, tepe noktalarından hangi ayın kaç gün çektiğini hesaplamakla uğraşmayalım. Belli bir sırayla ilerlesin...

Hayır bu Dünya da Güneş etrafındaki dönüşünü 6 saat daha kısa sürede tamamlayamıyor ya işte ben ona üzülüyorum. Bizi bu hesapları yapmaya zorluyor şerefsiz Dünya... Aslında 1 saat 60 dakika zırvası olmasa tüm bunlar ayarlanabilirdi... 

Yani Dünya'nın kendi etrafında dönüşü şimdiki hesaplarla 24 saat olabilir... Ama 1 saat için 60 dakika, 1 dakika için 60 saniye demeseydik bunlar olmazdı. Nitekim bu ayarlamalar aynı düzlemde de ilerlemiyoru. Örneğin 1 saniye 100 salise... Demek ki ayarlanabiliyor...

Ben artık gün istemiyorum arkadaş takvimde. Yazık la kimin çocuğuysa diye bakılan bir gün olmasın hayatta... Her gün eşit olsun, Aylar da adilce düzenlensin. Şimdi bir Şubat ile bir Temmuz aynı mı yani? Şubat haftalar toplamı gibi bir şeyken; Temmuz babalar gibi bir ay!

Geçenlerde bir arkadaş, havaların ısınmasını takvimlere bağladı... Ozon delinmesi yalan, küresel ısınma yok! dedi... Takvimler yanlış hesaplanıyormuş ondan öyle oluyormuş ona göre... Bir bok anlamadım... Havalar daha sıcak işte be, neyin takvimi... 14 Ağustos'a göre sıcak ama 17 Ağustos olsaydı normal olacaktı gibi bir kafa mı bu? Askerden yeni dönmüştü, he he diyip geçtim... Ne diyim ki? Ozon delindi diyoruz, sular kuruyor diyoruz adam takvim diyor... Neyse artık yapacak bir şey yok... Bence takvimlerin sorunu yukarıda anlattığımdan ibarettir...

Mayalar da sıkılmış, takvime devam etmemiş diye kıyamet kopacak dediler ya, ben daha ne diyim?

Bu son 2 paragraf, yukarıda yazılan tüm saçma yazıya rağmen; benden daha saçmaları olduğunu göstermek içindi...

;Ha bu arada sonra bana diyorsunuz ki 2 sene boyunca iş arıyor insanlar, psikolojini bozma... Yazdığım konuya bakar mısınız, daha çok bozulabilir mi sizce? Bir de Türkiye'deki illerle bozmuştum kafayı... 81 il ne lan diyip 17'ye düşürmüştüm... Hala da arkasındayım o fikrimin... Bence net olmalı sayılar... Çünkü hayattır sayılar... Net olmalıdır hayatlar... Yaşayanlar...

İyi geceler, günler, sabahlar, akşamlar, ikindiler, yatsılar...


18 Ocak 2013

Nabız

Her yazıya böyle başlar oldum ama yazmayalı yine uzun zaman olmuş. Not aldıklarım filan alındıkları yerde kalıyorlar artık. Gündem hızlıca yön değiştirebiliyor bilindiği üzere... O anda paylaşmazsan sonra yazmanın bir anlamı kalmıyor. Tam olarak şu saatlerde izlediğim bir televizyon programından hareketle gündemin nabzını tutmaya başlıyorum...

Beyaz Tv'de bir gazeteci(!) ortaya bir iddia attı. Kemal Kılıçdaroğlu'nun 7 bin akrabası İzmir Belediyelerinde çalışıyormuş ve hepsi Aleviymiş. Beyaz Tv de bunu ciddiye alıp masaya yatırdı. Şimdi bu açıklamayı yapan adamın akıl sağlığı ile ilgili fikirlerimi paylaşmama gerek yok. Ama "hepsi de Alevi" aleni ırkçılık değil de nedir?

Bir de bir insanın 7000 akrabası mı olur lan? Olsa bile bilebilir mi? Adam bir ilçeyle akraba, biraz daha üreseler şehir kurarlar... Niye Chp Genel Başkanlığı yapsın ki bu adam? Şehri olur be adamın. Sokmaz istese kimseyi... Enteresanmış. Ben 7'den sonraki akrabalarımı sayamıyorum, kassam 17 tane çıkar hafızamdan. Adamın 7000 tanesini hatırlaması ve hepsine de aynı şehirde iş ayarlaması mümkün mü yahu? Bir de niye aynı şehire kümelensin ki bu akrabalar? Dağılsalar yurdun dört bir yanına olmaz mı? Başa dönelim... 7 bin akraba nedir be?

Diğer konumuz tabii ki Levent Kırca - Fatih Altaylı kapışması... Levent Kırca o iğrenç ifadelerinin arkasında hiç durmayarak, hiçbir mazeret, bahane üretmeyerek ve sadece özür dileyerek bir nebze de olsa hala insan olduğunun sinyallerini verebildi. Ama aynı programın ilerleyen dakikalarında yaşadığı atışma ile Fatih Altaylı'nın sinirlendiğinde insanlıktan çıkıp başka bir yaşam formuna dönüşebildiğini ve bilinmeyen bir dille konuşabildiğini de görebildik. 

Sen salaksın, yalakasın gibi ithamlarda bulundu Levent Kırca... Haklıydı... Takayım mı muhabbeti ise ikilinin çirkinliğine yakışan cinstendi...

Birand öldü, badem gözlü oldu. Birand'ın TRT'de çalıştığı dönemlerde devleti nasıl dolandırdığı, sahte faturalar düzenlediği ve hapis cezası alıp bunun paraya çevrildiği ortada. Tüm hükümetlerin gözbebeği olması aşikar. 28 Şubat Belgeseli hususunda Rıdvan Akar'ın emeklerinin üzerine konması malumunuz... Gazeteceliğin hapsedildiği, öldürüldüğü dönemde başbakan ve bakan uçaklarında ya da yemeklerinde sorunsuzca yer alabilmesi ise kör göze parmak. Şimdi bu adam öldü diye neden üzüleceğiz, biri çıkıp anlatsın. Habercilikte tarihmiş kendisi... Mehmet Barlas da öyle... Emre Aköz bile öyle... Engin Ardıç? Nazlı Ilıcak? İlerde Rasim Ozan ve Mehmet Baransu da böyle anılacak... Hepsine üzülecek miyiz yani biz? Kusura bakmayın da siz Birand'a üzülün biz de size...


ÇHD avukatları ve Yorum üyeleri gözaltına alındı. Gündem dedik, gündeme taşıyan olmadı. İyi ki bazı gazeteci - muhabirler hala var da internet ortamından olan-biteni takip edebiliyoruz. Polisin aramasından sonra İdil Kültür Merkezi'nin aldığı hali gösteren şu yukarıdaki fotoğrafı bir metafor olarak kabul edersek üzerine çok fazla söz söylemeye de gerek kalmaz. Polis devletinde en çok istenmeyecek şeydir adalet ve adalete tek ihtiyacı olandır ezilenler ve ezilenlerin çıkarabildiği tek sesş temsil eder aslında böyle avukatlar... Tüm avukat dostlara, adalet arayışlarında kolaylıklar dileyelim zira Türkiye'de adalet, samanlıkta iğne kadar bile değil...

Başka ne oldu? Paris'te işlenen cinayetler var, Hrant Dink var, gizli doğalgaz zammı var, tiyatroya saldırı var, başbakanın beyaz ekmek yedirmeyecek olması var... Uff girmemek gerekirmiş bu gündem işine. Burada bırakalım...

Son olarak Kelebeğin Rüyası adlı film konusu itibariyle ilgi çekebilecek gibi duruyor. Ticari bir iş olmak zorunluluğunu kabul etmekle birlikte merak etmedim değil... Acep nasıldır, nedir, ne değildir?

Son tespit: Cem Yılmaz ne kadar komikse, Kadir Çöpdemir o kadar değil...

İyi geceler/günler/sabahlar/akşamlar... Heh, bir de şarkı...

Hoşçakalın...