09 Ekim 2014

Konum

Bir şeyler yazmadan duramıyor insan. Dört bir yandan milliyetçilik, gericilik pompalanırken; sokaklar savaş alanı, kan gölü... Sadece 3 günde 30'a yakın ölü. Kurşunla, öldürme kastıyla...

Ben bu yazıya başlamadan bir yarım saat kadar önce emniyet müdürü ve komisere suikast... Suikasti yapanlara operasyon 4 ölü... İstanbul'un göbeğinde asker sokakta, Doğu ve Güneydoğu'da sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş şehirler...

Öyle ki insanlar gerek vicdani, gerek siyasi bir şekilde konumlanıyor.
Vicdanen konumlanmak kolay, siyaseten ise bana mümkün gelmiyor.

İnsanların topraklarına, yurtlarına, evlerine saldıran vahşi bir örgüt karşısında hepimizin konumu bellidir ve öyle olmalıdır. Haliyle çetelerin Kobane'den defolması tek ve öncelikli isteğimizdir. Kobane'deki karşı koyuşun başarılı olmasını istemek vicdani konumlanmamızdan gelir.

Bu vicdani konumlanma İsrail'in Gazze işgali sırasındaki konumlanmamızla eş-değerdir.

Bu vicdani konumlanmalar bir açıdan siyasi anlamlar taşısa da; başka bir açıdan da oldukça sakattır. Örneğin, Hamas'ın yanında konumlanmak siyasi bir doğruluk taşımamaktadır. Bence... (Bundan sonra bence yazmayacağım, bu yazıdaki her cümlenin başına "bence" yazmışım gibi okuyabilirsiniz.)

Aktörleri değerlendirdiğimde bu savaşta yerimin olmadığını görüyorum. Siyasi bir tavır takınmak o kadar zor ki. Tarihsel bir bağlam ve sorumluluk gerektiriyorsa siyasi tutumumuz, ben bildiğim tüm bağlamları ve taşıdığım tüm sorumlulukları değerlendirdiğimde siyaseten konumlandıramıyorum kendimi.

Yahu katliam oluyor sen neyin derdindesin? diye soranlar olabilir. Katliama karşı siyasi sorumluluk da taşıyan vicdani konumlanmamı az önce yazdım, her söylediğime bu argümanla gelecek olan varsa onlar için de son hatırlatma olsun...

Ulan belki de kimsenin okumayacağı yazı için duyduğum hassasiyet, çekinceden kendim sıkıldım, yazasım kalmadı...

Tarihsel bağlam demiştim, aklıma gelen birkaç şeyi paylaşacağım.

Malum yaşananların hepsi, Esad'ın bir türlü devrilememiş olmasından kaynaklı. Esad planlanan şekilde devrilebilseydi eğer bugün IŞİD diye bir canavar sürüsü böyle bir güçte olmayacaktı. ÖSO, IŞİD, El Kaide... Kimler denenmedi ki Esad'ı devirsin diye, olmadı.

Barzani'nin PDK'si,Irak'ta geleceğini Amerika'yla birlikte kuran... Öcalan'ın PKK'sıTürkiye'de faşist-diktatörle müzakere süreci yürüten...

Kürt silahlı güçlerinin Suriye'deki kanadı PYD... Şu an IŞİD saldırısı altında...

Hangi IŞİD?

Tırlarla MİT aracılığıyla Türkiye'den silah ve mühimmat taşınan IŞİD. Sınırların militan giriş - çıkışına açık olduğu IŞİD. Eğitimlerini Türkiye'de alan canavarların oluşturduğu IŞİD...

Kürt hareketi?

Efgan Ala ile gülücüklü pozlar veren Kürt Hareketi, Faşist - diktatörün cumhurbaşkanlığını ayakta alkışlayan Kürt Hareketi, diyalog zemini kaybolmamalı diyen Kürt Hareketi, Hakan Fidan'ın Dış İşleri Bakanı olmasını tercih eden Kürt hareketi...

Şu anda koalisyon güçleri IŞİD'e operasyon düzenliyor. PYD silah satın almak istiyor. Koridor bölge açılması talep ediliyor. Emperyalizm maşası PDK Kobane'de direniyor, ÖSO, PYD yanında saf tutuyor.

Türkiye kara harekatı diyor, tampon bölge istiyor. Kürt Hareketi bu olayları hükümeti yıpratmak için fırsat olarak görmemeliyiz diyor. Bir yandan da Kobane düşerse, Türkiye düşer diyor. Ama tezkereye hayır diyor. Ama sınırını bize aç diyor. Bizimkiler gelsin diyor.

Türkiye'ye IŞİD yaralıları geliyor.

Sokakta milliyetçiler saldırıyor. Hizbullah elinde silahla sokakları tarıyor. Ha bu arada onlar da Kürt. IŞİD'li Kürtler, Kürt kasabasına saldırıyor.

Türkiye hükümeti sokağa çıkanlara misli ile karşılık vereceklerini deklare ediyor... Kürt Hareketi hükümete bişey olmasın diyor...

Gezi'de sokağa çıkanlar neredesiniz deniyor? Gezi'de isteselerdi bu ülkenin hükümetini değiştirebileceğimizi gördüğümüz şu günlerde... Yahu siz Gezi'de bugün sokağa çıktığınız kararlılıkta ve öfkede olsaydınız şu anda başka bir ülkede yaşıyorduk belki de... Diyebilir miyiz? Bilmem...

Sorgulama, tarihsel doğruluk ve sorumluluk... Hep bir kenara atılıyor... Yarın, bugünkü talepler doğrultusunda gerçekleşecek olanların sonucunda kendi hayalini kurduğu bir coğrafyaya ulaşamayacaklar için şimdiden hayal kırıklıkları hayırlı olsun diyelim bari...

Bugün, şu dakikada, kimseye sosyalizm önerecek ya da kimsenin yaptığı eylemi yanlışlayacak değilim. Bir anlamı olmadığının farkındayım. Salak değilim...

Yalnız hala safiane duygularla bir önerim var... Masanın neresindesiniz? Karar verebilirsiniz...

Payın büyüğü bende kalsın diyen ABD?
Durumdan vazife çıkaran BM?
IŞİD'i büyütüp, şimdi yok edeceğini iddia eden TC?
Sınır ötesine geçince PYD, PKK, IŞİD dinlemeden Esad'ı devirmek için her türlü pislik yaptırılabilecek olan TSK? Bizden sonra gelen nesillerin, aşırı(?) sokak eylemlerini biz de durduramıyoruz diyip, bu nesillere misliyle karşılık vereceğini açıklayan hükümetle diyalog zemininin bozulmamasını isteyen PKK?
Koalisyon güçlerini göreve çağıran, PDK ve ÖSO ile ortaklaşa hareket etmek "zorunda kalan" PYD?
Amerikan görünümlü Kürt yönetimi PDK?
Efgan Ala'ya gülen, Tayyip'i alkışlayan, Hakan Fidan'ı destekleyen HDP?
Katiller sürüsü ve içinde azımsanmayacak kadar Kürt kökenli bulunan ortaçağ vandalı IŞİD?
Gerici, işbirlikçi, paralı asker ÖSO?
Batı'da milliyetçilerin yaptığını, doğuda kendi halkına misliyle yapan Hizbullah?

Ben hiçbir yerinde değilim...

Ben masum halk, sivil halk katledilmesin; bir kasaba katliama uğramasın derdindeyim...

Vicdanen...

Ama siyaseten, sol yanım, bu meselede yersiz - yurtsuz...

Olumlu ya da olumsuz,

Bu sürecin sonu, bu sürecin de sonu...

Ne devrim, ne özgürlük, ne bağımsızlık, ne barış...

Gericiliği gerileten, milliyetçiliği körelten, emperyalizme sekte vuran bir sonuç çıkmayacaksa ki artık çıkması imkansız; ben siyaseten konumlanmama hakkımı kullanıyorum...


Önce mevcut durum atlatılsın diye düşünülebilir... Yazdığım her şey, durum buraya gelene kadar siyaseten konumlanamamış olmanın bedelidir.

Hepsi bu coğrafyada oldu. Gözümüzün önünde... IŞİD bir günde binden fazla kişiyi sokak ortasında infaz etti... Gözümüzün önünde... Ama o zaman tırlarla silah taşıyan Türkiye, bugün kurtarıcı olsun diye çağırılıyorsa...

Ben yokum...

Son söz: Umarım Kobane'deki IŞİD saldırısı bir şekilde püskürtülür ve Kobane halkı(bildiğim kadarıyla Araplar da oldukça fazlalar) kendi yurtlarında en azından korkusuz bir şekilde yaşamaya başlar...





04 Eylül 2014

sakin...

Sakin olmak çok zor bu şehirde. Bu şehir yaklaşık 20 milyon kişinin şehri. İstanbul. Yani bu ülkede birileri "bu şehirde" diyorsa muhtemelen İstanbul'u kastediyordur. (Normalde o ihtimal hesaplanır ama ben hesaplama yapmaktan hiç hoşlanmam. Beynimin sol bölümünü dinlendirmeyi tercih ederim.) İlçelerde yaşayanlar bilir. İlçeler hep il olmayı bekler. Yerel seçimler yaklaşırken "ilçenizi il yapacağız" derler. Bence İstanbullular artık ülke olmayı talep etmeli. 

Ne diyorduk, sakin olmak çok zor. Ben mesela çok sakin bir insandım. Sakin, alttan alan, kavgadan gürültüden ölesiye kaçan bir insandım. Sakin olmayanlarla anlaşamazsınız, öyle bir insansanız. Çünkü kavgadan kaçıyorsanız, yalan da söylersiniz, geçiştirirsiniz de, onun sinirini zıplatmamak için o konuyu açmazsınız ve konunun açılacağını anlayınca aptal numarası yapmaya başlarsınız. Bu da sakin olmayanı delirtir. Sizi boğamazlar ama sizi kırmaktan hiç korkmazlar o noktada.

İşte bu sakin insan artık tam bir terminatör oldu. Artık ben bile kendimi tanıyamaz oldum. Tek suçlusu ben olamam. Çünkü hala kavgayı sevmiyorum. Bence beni bu şehir bu hale getirdi. 

Bu şehirde sakin olan ezilir. Ezilebilir olduğu anlaşılan insanı hayattan bezdirene kadar ezerler. Metrobüse erken binemezseniz ayakta kalırsınız, üstünüz başınız kırışır, kan ter içinde kalırsınız, sabahın köründe moraliniz sıfırlanmıştır. İşe gecikirsiniz, normalde gecikmeyi sevmezseniz patron laf etmeden de kendinizi kötü hissedersiniz zaten, bir de üstüne patron laf eder, ezilirsiniz, patrona cevap veremezseniz akşam erken çıkamazsınız, erken çıkamazsanız sevgilinizle vakit geçiremezsiniz, film bile izleyemez, kitap bile okuyamazsınız, kendinize karşı saygınız ve sevginiz ve tahammülünüz azalır, ezilirsiniz. 
Sürekli bir şeyi doğru yapmaya ve yetiştirmeye çalıştığınızı hissetmeye başlarsınız ve hiçbir şey doğru olmaz, aksi gider sanki her şey, acele ettikçe ayağınız takılır; sürekli düşersiniz ve dinlenmeye bile vakit yoktur..... 
Sanki zaman önden gidiyor da siz arkasından sürükleniyorsunuzdur. Hayat arka arkaya geçerken siz ne olup bittiğini dahi göremeden günler haftalar aylar ve yıllar geçiyordur. Üstünüz başınız dökülürken bir bakmışsınız; hayattan soğumuşsunuz. Nefret etmişsiniz. Bir lafa daha tahammülünüz kalmamış. En sevdiğiniz insanı öldürecek hale gelmişsiniz. Kendinizi alıp bir kenara koymak ve defolup gitmek geliyor içinizden...

Ve defolursunuz...

Tam bu noktada şehrin kırmızı ışıkları ruhunuza işler ve o günden itibaren güç sizdedir. Bağıran, çağıran, beğenmeyen, memnuniyetsiz bir insan haline gelmişsinizdir. Artık planları siz yapıyorsunuzdur ve plana uymayan her şeyi ve herkesi mahkum ediyorsunuzdur. Zamana ayak uyduramayan ölür. Ezilir. Uyamayan umurunuzda değildir. Artık zamanın dizginleri elinizdedir ve sürüklenmek dönemi sona ermiştir. Zamana bile hükmettiğinizi düşündüğünüz anda kırmızı ışıklar gözlerinizden fışkırırken şehir sizi ele geçirmiştir artık...

Biz bu değiliz. Ben bu değilim....

İnsan böyle bir tempoda yaşayacak bir varlık değil. İş çıkışı 2 yerine 2,5 verimli saat geçireceğim diye (ya da bir başka beyaz yakalı yaklaşımı; daha fazla para kazanıp daha rahat bir yaşam süreceğim diye) bu şekilde androidlere yaraşır bir hayat süremeyiz. 

İşte şimdi sakin olmak zamanı geldi... 
Sakin olabilmek zamanı... 
Sakin...