04 Eylül 2014

sakin...

Sakin olmak çok zor bu şehirde. Bu şehir yaklaşık 20 milyon kişinin şehri. İstanbul. Yani bu ülkede birileri "bu şehirde" diyorsa muhtemelen İstanbul'u kastediyordur. (Normalde o ihtimal hesaplanır ama ben hesaplama yapmaktan hiç hoşlanmam. Beynimin sol bölümünü dinlendirmeyi tercih ederim.) İlçelerde yaşayanlar bilir. İlçeler hep il olmayı bekler. Yerel seçimler yaklaşırken "ilçenizi il yapacağız" derler. Bence İstanbullular artık ülke olmayı talep etmeli. 

Ne diyorduk, sakin olmak çok zor. Ben mesela çok sakin bir insandım. Sakin, alttan alan, kavgadan gürültüden ölesiye kaçan bir insandım. Sakin olmayanlarla anlaşamazsınız, öyle bir insansanız. Çünkü kavgadan kaçıyorsanız, yalan da söylersiniz, geçiştirirsiniz de, onun sinirini zıplatmamak için o konuyu açmazsınız ve konunun açılacağını anlayınca aptal numarası yapmaya başlarsınız. Bu da sakin olmayanı delirtir. Sizi boğamazlar ama sizi kırmaktan hiç korkmazlar o noktada.

İşte bu sakin insan artık tam bir terminatör oldu. Artık ben bile kendimi tanıyamaz oldum. Tek suçlusu ben olamam. Çünkü hala kavgayı sevmiyorum. Bence beni bu şehir bu hale getirdi. 

Bu şehirde sakin olan ezilir. Ezilebilir olduğu anlaşılan insanı hayattan bezdirene kadar ezerler. Metrobüse erken binemezseniz ayakta kalırsınız, üstünüz başınız kırışır, kan ter içinde kalırsınız, sabahın köründe moraliniz sıfırlanmıştır. İşe gecikirsiniz, normalde gecikmeyi sevmezseniz patron laf etmeden de kendinizi kötü hissedersiniz zaten, bir de üstüne patron laf eder, ezilirsiniz, patrona cevap veremezseniz akşam erken çıkamazsınız, erken çıkamazsanız sevgilinizle vakit geçiremezsiniz, film bile izleyemez, kitap bile okuyamazsınız, kendinize karşı saygınız ve sevginiz ve tahammülünüz azalır, ezilirsiniz. 
Sürekli bir şeyi doğru yapmaya ve yetiştirmeye çalıştığınızı hissetmeye başlarsınız ve hiçbir şey doğru olmaz, aksi gider sanki her şey, acele ettikçe ayağınız takılır; sürekli düşersiniz ve dinlenmeye bile vakit yoktur..... 
Sanki zaman önden gidiyor da siz arkasından sürükleniyorsunuzdur. Hayat arka arkaya geçerken siz ne olup bittiğini dahi göremeden günler haftalar aylar ve yıllar geçiyordur. Üstünüz başınız dökülürken bir bakmışsınız; hayattan soğumuşsunuz. Nefret etmişsiniz. Bir lafa daha tahammülünüz kalmamış. En sevdiğiniz insanı öldürecek hale gelmişsiniz. Kendinizi alıp bir kenara koymak ve defolup gitmek geliyor içinizden...

Ve defolursunuz...

Tam bu noktada şehrin kırmızı ışıkları ruhunuza işler ve o günden itibaren güç sizdedir. Bağıran, çağıran, beğenmeyen, memnuniyetsiz bir insan haline gelmişsinizdir. Artık planları siz yapıyorsunuzdur ve plana uymayan her şeyi ve herkesi mahkum ediyorsunuzdur. Zamana ayak uyduramayan ölür. Ezilir. Uyamayan umurunuzda değildir. Artık zamanın dizginleri elinizdedir ve sürüklenmek dönemi sona ermiştir. Zamana bile hükmettiğinizi düşündüğünüz anda kırmızı ışıklar gözlerinizden fışkırırken şehir sizi ele geçirmiştir artık...

Biz bu değiliz. Ben bu değilim....

İnsan böyle bir tempoda yaşayacak bir varlık değil. İş çıkışı 2 yerine 2,5 verimli saat geçireceğim diye (ya da bir başka beyaz yakalı yaklaşımı; daha fazla para kazanıp daha rahat bir yaşam süreceğim diye) bu şekilde androidlere yaraşır bir hayat süremeyiz. 

İşte şimdi sakin olmak zamanı geldi... 
Sakin olabilmek zamanı... 
Sakin...