27 Şubat 2011

hayat

Sürekli aynı şeyi düşünmekten kendimi alamıyorum. Bunun sebebi dünyayı, sistemi, kapitalizmi yeni keşfetmiş olmak değil. Sebebi ergenlik bunalımları ve o içten gelen asilik filan da değil. Sanırım sebebi her günün birbirinin aynı olması ve artık bunun dışına çıkamayacak olma bilinci. (Böyle devam ederse tabii) Sürekli düşündüğüm şey, koşu bandında olma hissi. İnsanların, yani bizlerin sürekli oradan oraya koşuşturması, tüm emeğini, kanının son damlasına kadar bu "iş" denen şey için harcaması. Ve karşılığında sadece birer sadaka kapabilmesi. Hamsterlar gibiyiz. Onlar zevk için koşuyor biz aç kalmamak için.... Tüm bunlar çok klişe ve herkesçe bilinen laflar olabilir. Bu kısır döngüden çıkmak, tüm insanlığın bundan kurtulması için yapılacak şey(ler) de çok belli olabilir. Ancak şu sıralar günümün 3/4'ü bir yerden bir yere gitmeye çalışmakla ve beklemekle geçiyor. Yani sürekli sinirlerime hakim olmaya ve sabretmeye çabalıyorum. Elde ettiğim şeyse, 10 dakikada olması gereken bir işin tüm günümü alması, ağrıyan bacaklar, boşalmış bir beyin, aptal bakan gözler, tükenmiş bir sabır ve yavaş yavaş insanlardan ve dünyadan uzaklaşan bir "kişi". Yani bu da kapitalizmin yalnızlaştırdığı, gittikçe bireycileştirdiği insan modeli... Çevresi billboard larla,reklamlarla, film ve şimdi dizi afişleriyle sarılmış bizler...
Distopya filmlere gerek yok sanırım. Distopyanın içinde yaşıyoruz. Marmaray da yapıldığında iyice yer altına hapsedecekler sanırım bizi. Dışarıda "görüntüyü bozmayalım" diye. Tıpkı dolapderede, sulukulede yaşayan mahalle sakinlerinin istanbul dışına, "görüntüyü bozmayacakları" yerlere atılıp evlerinin yerine alışveriş merkezleri, kongre merkezleri ve bilumum ikiz üçüz beşiz kule dikilmesi gibi...Yanlış anlaşılmasın, toplu taşımanın raylı olanı, yerin altında olanı makbuldür elbet. Ama bu bahsettiğim başka bir şey. Metropia diye bir film var Tarik Saleh yönetmeni. Bahsettiğim sıkışmışlık hissi tam da bu filmdeki gibi...
Özetle sorum şu, bu kadar küçük dünyalarımızda bu kadar küçük uğraşlar nasıl bütün hayatımızı kaplıyor? Bu orantısızlık benim canımı sıkan. Ömür denilen şeye çok büyük önemler atfetmiyorum, ama nihayetinde bu dünyaya bir katkı koymadan ölmenin; hiçbir anlamı olmadan yiten bir yaşam olduğunu düşünüyorum. Bu sebepten; ömür denen şeyin elde olmadan bu kadar boşa harcanması, insan vücudu denen şeyin; koşturup duran koskaca bir etten makinenin sadece bir hücresi gibi, kendini hiç bilmediği bir yere koşmak için parçalayan, imha eden, feda eden bir hücre gibi yok olmaya koşması... Canımı sıkan bu sadece...

24 Şubat 2011

Tv'den Devam... Esin'e...

Aile Bağları diye bir programdan söz edicem size. Edeceğim mi yazmalıydım? Yazmadım. Her neyse. Şimdi bu program bildiğin "Gerçek Kesit". Gerçek Kesit'i bilmeyen yoktur. Kötü oyunculuklar, kötü kurgu, aynı hikayeler... Bir sahnede Mehmet dedikleri adama diğer sahnede Mustafa diyorlar ve bu olmamış gibi montajda düzeltme falan yapmadan şak diye yayınlıyorlardı. Güzeldi vesselam. Kıt kaynaklı kanalların, düşük bütçeyle hazırladıkları programlardı bunlar. Şimdi koskoca(!) Show Tv, neden böyle bir program yapar anlamış değilim. Hiç yeteneği olmayan oyuncular ve çirkin kurgular. 12 dakika tahammül edebildim. Daha doğrusu ölçmedim bu süreyi ama en çok 12 dakika edebilirim. Zaten yakın zamanda yayından kaldırılacaktır eminim. Hiç olmamış...

Diğer bir programımız Kanal D'de yayınlanan Bana Her Şey Yakışır. Ne giyseler yakışmayacağı açık olan 5 kadın, 1000 tl'lik bütçeyle kendilerini giydirip, diğer yarışmacılardan puan almaya çalışıyor. Benim rastladığım bölümde çantasında köpek gezdiren bir kadın vardı. Giyinemedi haliyle. Hiçbiri giyinemiyor zaten.

Yemekteyiz'e geçiyorum. Şefler katılıyor birkaç bölümdür. Lan ben daha şefim onlardan. Ama şimdi onlardan birinden kurs almaya kalksam bana it muamelesi yaparlar. Onu getir, bunu götür derler. Şunu çok fazla koymuşsun, bunu eksik bırakmışsın derler. Çünkü kalkmış bunların götleri... Herneyse efendim. Bu şefler birbirlerini eleştiriyorlar. Ulan şefsin sen ne riske giriyorsun? Şimdi çok eleştirilen o şeften kim gider de yemek yer? Bu arada bugün yarışan Ömür Şef, hem yaptı hem de bilgilendirdi. İyi de oldu. Takdir ettik. Şeflerin yarıştığı üç bölümü de az-çok izlemiş biri olarak Rafet Usta, Özgür Şef ve Ömür Şef'i ayrı noktalara koymuş bulunmaktayım. Yemeklerinden tattırmak isterlerse hayır demem. Ben tatmak istersem, cebimde ne var ne yok alırlar eminim... Böyle de insanlar işte bu şefler...

Behzat Ç'de Şule var. Hani Behzat ile aynı evde kalan, Behzat'ın abisinin yanında çalışan ve Odtü'de okuyan... İşte o minimal insan aslen 1973 doğumluymuş. İnternetteki bilgi o yönde. Biri bu yanlışlığı düzeltsin. Ya ben 24 yaşında değilim ya da o 38 değil. İkisinin aynı anda olabilme ihtimali yok. Gerçekleri söyleyin. Vallaha üzülmeyeceğim. Zaten 24 senelik yaşamama rağmen, 24 yaşından ilerde hissediyorum kendimi. Rahatlarım bir bakıma. Hayır o 38 yaşındaysa da eğer, hiç yaşamamış o kadın ben söyleyeyim. Biraz yaşının kadını olsun o ne öyle çocuk gibi?

En sevdiğim programlardan biri olan Ters Cephe, Müjdat Gezen-Rasim Ozan Kütahyalı münakaşasından sonra hiç yayınlanmamıştı. Bu gece itibariyle bakıyorum da yeni bir program gelmiş. Rasim duruyor. Sami de duruyor. Devrimlere karşıyım diyen, muhafazakar liberal Mustafa da duruyor. Karşılarına her hafta başka iki adam geçecekmiş. Fikri Sağlar ve Bilmemne Bayraklı var konuk. Hiç iyi değil. Çok sakin. Rasim yine her boka atlıyor, kimseyi konuşturmuyor ama karşısında ona "ayıp-ayıp, utan-utan, yalan-yalan" gibi ikilemeleri yapıştırmaya figür olmayınca tatsız oluyor. Kısaca Rıdvan Dilmenvari bir final yapalım: "Fikri Sağlar bir Ümit Zileli değil!"

Rıdvan Dilmen de takımdaşımızdır. Geçmiş olsun!

Yine Behzat Ç.'ye geçelim. Bu solcu kızımız Bahar ve yanındaki sümsük kız, insanı solcu olmaktan soğutur o kadar diyim. Şeklen solcu olan bu insanlarımızın, normalde solla alakası olmadıkları çok açık onu geçtim de senaristler, yönetmen, teknik ekip de mi farkında değil bu kadar itici solcu bulunamayacağından? Hayır solcunun da iticisi vardır, hatta solun çok komplike olmasından ötürü kendilerini de komplike olmaya zorlarlar lakin bu kadar iticisi de yoktur. Pisi pistir işte, yavşağı yavşak. Belli eder kendini... Tanırsın, anlarsın... Ama bunlar öyle değil. İçlerinde bir sağcı kasveti, durağanlığı ve çirkefliği var. Solla hiç alakası olmayan Harun karakterinin de "HES" için yaptığı açılım da duyulmaya değer: "Hak, eşitlik, sol!"

1 milyon canlı para eskisi kadar izlenmiyor bence. Ölçmedim. Reytinglere bakabilirim elbette ama işim mi yok anasını satıyım. Ama hissediyorum. Bence ilk çıktığı kadar popüler değil. En azından ben izlemiyorum artık. La 1 milyon ne de iyi olur şeklinde düşüncelere salmıştım kendimi ama işte sanki çağırsalar gidicem anasını satıyım. Hayır utanırım, 1 milyon için bilgimi, fikrimi satmaya. Ben utanmasam da benim adıma utanan çıkar. En azından 1 kişi biliyorum ben. İşte onun benden utanması da en az benim kendimden utanmam kadar kötü etkiler beni, yapamam. Zaten eskisi kadar da izlenmiyor...

Aile Boyu var. Çağla Şıkel ve Emre Altuğ sunmaktalar. Öğlenleri çok keyifli. Nedense ben eğleniyor. Orkestra zile vuruyor, Çağla Şıkel göbek atıyor. Çok komik görünüyor. Komik derken, küçük düşme anlamında değil. Güzel bi komiklik. O kazulet gibi kadın, şirin oluyor. Kazulet demişken, Esin naber ya?

Şimdi Siyaset Meydanı açık. Mısır, Libya vb. konuşuluyor. Altta da izleyicilerin mesajlarına yer verilmiş. Bir tanesi: "Petrol... Her şey bunun için." Vayyy beee! Bunu yazarken beyin kıvrımlarının ve vücut yapısının aldığı şekli hayal edebiliyorsunuz değil mi? Kesin ilk kendisi bu tespiti yapabilmiş ve bundan sonra konuşulacaklar bunun üzerine dönecekmiş gibi hissediyor adam. Petrollll işte buuu! Eli alnının üstünde, parmaklarıyla kafasını okşuyor. Bir yandan da twitter'a mesaj bırakıyor zeki! Ha koçum benim, ha aslanım... Twitter demişken, Esin naber ya?

Msn'de kaç kişi varsa, facebookta 6-7 katı var. Facebookum yok. İki kere açmam gerekti baktım, oran bu. Niye? Çünkü amaç iletişim değil. Amaç yalan, dolan. Fotolar, videolar. Altlarına, üstlerine sahte yorumlar. Modern insan eğlencesi. Neyse. Facebook demişken, Esin naber ya?

Kemal Kılıçdaroğlu yürüyen merdivene ters binmiş. Arkadaş çok eğlenceli bir şey değil mi o? Hem felsefik gibi yaklaşırsak, hayatın akışına karşı koymak da diyebiliriz. Neyse demeyelim. Ama çok eğlenceli. Ben çok yaptım. Yine yaparım tenhada bir yürüyen merdiven kıstırırsam. Yukarı çıkmak daha kolay tabi. Denge ve hız açısından. Kemal zoru denemiş, olmamış. Olsun...

Şimdi derdim Beckett ile sidik yarıştırmak değil elbette ama "Hep denedin, hep yenildin olsun. Yine dene, yine yenil, daha iyi yenil" demiş ya şimdi bu abi. Evet dene. Ama her yenilgiye sebep olan unsuru bir daha bir daha denemenin alemi yok. Bazen yolun yanlıştır, yenilirsin. E girme bir daha o yola. Hem onun daha iyi yenilmesi de yok ki alışması, çürümesi var. O yüzden "hep denedin, hep yenildin olsun. Bazılarını bir daha dene, yine yenilmemek için aklını, vicdanını, ahlakını kullan, hala yeniliyorsa koy götüne!" demek istiyorum.

Kapanış... Hoşçakalın...

04 Şubat 2011

Fazla Mesai

Bay J.(ki kendisi kanımca yer yüzündeki en antipatik adamlardandır) Geveze'nin(ki kendisi kanımca zeki ama çarkların kendisini evirip çevirmesine karşı koyabilecek dayanıklılığa sahip olmayan (okan bayülgen misali) adamlardandır) beraber hazırlayıp sundukları programın adıdır, başlıktaki sıfat tamlaması.

Program gerçekten kötü. Gençlerin eğlenmeye zorlandığı, yukarıda ismi geçen şahısların da komik olmaya çabaladığı bir program. Açıkçası 5 dakikadır izliyorum ama çok net yargılara varabildim. Gelen konuklar da bir yerden sonra mutlaka sıkılıyorlardır. Her şeye tuş, her şeye gülüş, her şeye kahkaha, her şeye alkış... Bu ne lan? Böyle bir program daha var televizyonlarda...

Hayrettin... Hiç komik değil. Gösterdiği videolar komik ama adamın kendisi komik değil. Olamayacak da. O saçlarla mümkün değil. Tipi komik ama kendisi değil. Konukları komik ama kendisi değil. Etrafındaki her şey komik belki de ama kendisi değil. Değil arkadaş, değil işte!!

Defne Joy öldü tamam da bitmedi çilesi. Öldü yahu. Ölünce biter sanıyordum ama bitmezmiş. Tamam ben ahlaki olarak yargılayabilirim bazı durumları ve bu yargılar sonucu hayatımı şekillendiririm. Kendi hayatımı... Defne Joy öyle şekillendirmemiş diye niye ona kin besleyeyim? Arkadaşım olsaydı uyarırdım, hiç olmadı konuşmazdım. Sevgilim olsa terkederdim. Bir yakınımı etkilediğini düşünsem konuşurdum vesaire. Ama şimdi hiç tanımadığım bir insan hakkında, sadece medyatik diye ve de öldükten sonra ahlaki yargılara vararak ne yapmaya çalışılıyor anlamış değilim? Haa bir de bu adamlar ilk defa tanıştıkları kadınları, evlerine davet etmiyorlar sanki. O kadınla yaptıklarını ertesi gün arkadaşlarına anlatmıyorlar sanki. Hatta artık yeni moda olarak internete fotoğrafları koymuyorlar sanki... İki yüzlü, ahlaksızlar. Kötü ahlaklılar ya da...

Rasim Ozan ile Müjdat Gezen'i izledim. Canlı canlı. Müjdat Gezen o yaşta kıvırmasına hiç de gerek olmayan bir mevzuda kıvırdı. Bazı kaygılar taşıdığı için belki de. Ben taşımıyorum ve blogun da takip edilmediğini bildiğim için açık açık söylüyorum. Kimseye aptal demem, bilmiyorum ölçüsünü. Ama Akp'ye oy veren adamın zekası hakkında bazı yargılara kavuşabiliyorum ve iyi şeyler değiller.

Rasim Ozan'ın ise terbiye yoksunu olduğunu açıkça iddia edebilirim. Bağır, çağır, köpür, salya, sümük... Etrafındakini konuşturma. Sorsan liberal...

Bir de Mustafa Akyol var. Her türlü devrime karşıyım diyen muhafazakar liberal. Şimdi ne desem bilemiyorum ama tarihi okuyamadığından emin oluyoruz bu cümlesiyle. Onun liberalliğinin kaynağı devrimsiz bir tarih midir diye düşünmekten de kendimi alamıyorum.

Gittim.. Eyvallah.