merhaba,
şimdi çok şey var aklımda ama bir düzene oturtmuş değilim. çok şey söyleyesim var ama biliyorum ki beceremicem. çok şeyi unutcam, meselenin özünü kaçırcam. yine de başlıyorum bir yerden.
arkadaş bu ne yalnızlık! bu ne yozlaşma! bu ne çürüme! öyle cinsellik bilmemne üzerine ahkam kesecek değilim. o konudaki fikirlerim net! sovyetler dağılmaya yakınken başlar kadının pazarlanması. ondan önce kadın güzellikken ve bakılması, beğenilmesi mühimken; ondan sonra kadın seks unsuru olur ve elde edilmesi, beraber olunması önem taşır. tüketimin başlangıcı. çünkü bütün bunlar olurken de kadının toplum hayatındaki özgürlüğü pazarlanır ve kadının erkekleşmesi istenir. kısacası insanlar birbirlerini tükettikleri için geri kalan her şey kendiliğinden tüketilmek için var olan objeler olarak var olurlar. (bunu değiştirebilecek olanlar ise kadınlardır bu arada) insanlar tüketim malıyken ve tükettiği kadarıyla varken ve böyle mutlu olmaya alışıyorken diğer objelerden paylaşım alanları yaratmak imkansız. ben götümü yırtıyorum o ayrı. yalnızlığım buradan ileri geliyor o da başka bir mevzu. ama öteki türlü çok insanlı, eşli, arkadaşlı olmaktansa böyle yalnız kalmak şimdilik daha iyi... "başkaları cehennemdir" ancak sartre söylediği zaman söylenebilirdi belki de.
yapmıcaz dedik ama ahkamı kestik. her neyse. oyunlardan bahsetcem. umarım unutmam ama üstteki paragraf bana kitapların önemini hatırlattı.kitap tek yanımız. paylaşım alanı olarak. yani okuruz, tartışırız, tavsiye ederiz, hayatımıza katarız ve başkalarının hayatlarını değerlendirmede ufkumuzu açarız. kitap mühim. kaç kişi okuyor? kaç kişi okuduğunu paylaşıyor? kaç kişi okuduğundan kendine bir şeyler çıkarıyor? kaç kişi okuduğunu anlıyor? kaç kişi samimi? offf.. yine de en kalabalık yalnızlıktır kitap okumak.
kitap gibi insanlar vardır bir de. yalnızlık bile paylaşılır... oku oku bitmesin istersin ama biter!.. her kitap biter... bazen de kitap bitmez, okunacak sayfaları vardır fakat kitap kaybolmayı tercih eder. akıl kalır... yenisini almak da istemez insan ama bulamazsa da alır. ne yapsın?
kitabı tüketme bari be pis sistematik! ona bari alışma. kitabı türet. biraz insan ol!
dedim işte. aklımda oyunlarla ilgili konuşmak varken neler anlattık? neyse. geçiyorum oyunlara. sokak oyunları vardı eskiden. işte kuka oynardık, simit oynardık. kızlar seksek oynardı, ip atlardı. saklambaç bilmemne... sokağa çıkınca eğlenirdik. arkadaşlarımız vardı. bisiklete binerdik. futbol. mahalle maçları, mahalle içi dayanışmanın en üst noktası...şimdi her yer bina, araba... yücesporun toprak sahası bile boş. biz orada bir maç bitsin de sahaya girebilelim diye sıra beklerdik. öyle bütün sahada da tek maç oynanmazdı. 3-5 maç birden oynanırdı aynı anda. yücespor yöneticileri ışıklandırmaları bile açardı bazen mahallenin çocukları oynasın diye. şimdi bir bölümü otopark, gerisi tarla...
sokak diye bir şey kalmadı. çok üzülüyorum ya. böyle bir çocuğun topu kaçsın da benim ayağıma gelsin de ona orada bir futbol şov yapayım istiyorum ama yok. ip atlayan kız atlayamasın düşsün de onu kollarından tutup kaldırayım istiyorum o da yok. kuka oynayan görsem evlatlık alırım o derece.
hadi sokakları geçtim ev oyunları ne oldu? tombalası, okeyi bilmemnesi kalmadı. tabu var allahtan. gençler kim daha salak diye eğleniyorlar? basit oyun; oynaması zevkli, kimseyi aşağılamayan ve şans üzerine kuruludur. adı gibi oyundur. lakin işte tabudur, trivial pursuittir, monopolydir bu tip oyunlar aklı devreye sokar. matematiksel zekayı, pratik zekayı, kelime dağarcığını, bilgi seviyesini, hafızayı zorlar. işte bu karşıdaki ezmek üzerine eğlence yaratmak bu sistemin getirdiği bir şey olarak var ya hani. peki tamam anladık. ben de oynuyorum. eğleniyorum. ahhhah bilemedi mal da diyorum içimden, çünkü onlar da içlerinden bana diyorlar ama basit oyunlarımıza ne oldu? ulan bir arkadaş da gelip hadi tombala oynayalım desin! oynayak derse daha çok severim onu.
niye böyle oldu ya? niye bu kadar karşı koyamaz olduk? niye bu kadar güçsüzleştik? tamam! dünya tarihi milattan sonra 1970 yılına kadar yaşadığı ilerlemeden daha fazlasını son 40 yılda; o son 40 yılın son 15 yılında da önceki 25 yıldan daha fazlasını yaşadı. bunlar gerçek. teknoloji inanılmaz hızlı gelişiyor ve tüketmek esas olan. tamam, tüketelim. tükettiklerimiz yok olacaklarını biliyorlar. insanlar, oyunlar, kitaplar, diziler. peki benim suçum ne? tombalanın suçu ne? biz basit varlıklarız. tüketmeyin bizi!
çok anlatamadım. ama daha fazla zorlamıcam. bir de bu teknolojik otobüslerden canım sıkıldı. datça'ya gitmek için bilet aldım. işte bilet alırken otobüsün özelliklerine falan baktım. uu işte şusu var busu var. ne süper! buradan alalım. niye? çünkü tüketmeye yönelmişim ben de! neyse efendim sonra düşündüm ki. sağındaki solundaki ile iletişim kurma diye 15 saatlik yolu sadece kendinle geçir diye koltuğuna her şeyi koymuşlar. laptop, telefon, usb takıl işte. iletişim sanattır. tek yolu da msn, twitter, facebooktur. off yaa! neyin devrimi arkadaş? devrim artık siyasi bir şey değil. sosyal bir şey de değil. devrim teknolojik bir şey! ve kimse onun kadar hızlı değil ve kimse onun kadar çabuk ulaşmıyor küçük insana.
sevgilisiz yaşama. aldat, terket... ağla. geri dön. sonra yine barış. ayrıl. ağla. alkol, uyuşturucu. yeni birisi... ağla. terket, aldat, ayrıl... ağla... msn, ağla.... twitter. geri dön, facebook. barış. facebook, aldat. oyun oyna. tüket, içki iç, ayrıl.. ağla.... yeni birisi... yalnızken bir hiçsin. kendini bile tüketmişsin. o zaman siyasi bir tavır olamaz devrim... önce ahlaki sonra teknolojik bir devrim planlıyorum.
yeni devrim metodumla ilgili temelleri, açıklamaları ve yöntemleri ileriki yazılarımda aktaracağım. bir daha görüşünceye dek esen kalın. "die falscher" yani "kalpazanlar"ı izleyin. oyuncu olarak karl markovics'e(karakterin adı sally yani solomon sosowitsch) karakter olarak burger'e(oyuncunun adı august diehl) hayran kalacaksınız. kalmazsanız siz bilirsiniz...