Çok konuşan insan, yalan söylüyordur derler ya hani, doğru. Çok konuştum, yalan oldu... Artık susmak vaktidir... Buraları kapatmak... Dükkanı kapatmak... Açık kaldığı her an yaş dolan gözleri kapatmak... Aklı kapatmak... Gönlü kapatmak... Seni seviyorum'un güzelliği, seni sevmiyorum'un acısıyla kıyaslanamazmış... Seni seviyorum var etme sebebiyken; seni sevmiyorum yok oluş cümlesiymiş... O halde, seni sevmiyorum kendim... Elveda...
30 Eylül 2011
27 Eylül 2011
Burası Amerika Değil!
7 sene sonra bugün okula gidip, derse girme şerefine eriştim. İlk defa derse girmedim tabii ama ilk defa hocayı dinledim. Not aldım... Düşün bak! İlk defa not aldım. Hoş pek bir şey anlatmadı, kendi internet sitesinden falan bahsetti ama olsun. Kalemtraşla kalemimi açtım, tertemiz defterime yararlı olabilecek birkaç bilgiyi ekledim. Bundan sonra hiçbir derse girmesem bile bu dersi geçermişim gibi hissediyorum artık. Ama baktım ki çok büyük kalmışım ben okulda. Benden eskisi yok. Çocuğun teki 2006 girişliyim modunda okulun en eskisiyim havalarına girdi, hoca bi şaşırdı, sınıfta bi uğultu. Diyemedim orada ben 2005 girişliyim insanlık! diye. Ezik miyim? Neyse işte...
Okula gittiğim sayılı günlerden birinde üniversitedeki tek arkadaşımla tanışmıştım. Kendisi tabii ki mezun. Aaa hatta bu blogda yazmayan bir yazar! Naber? Neyse işte o insanın, kardeşi geldi bizim okula... Nöbet değiştirir gibi ya o ne öyle? Bir de nesil değişiyor işte ben hala o okuldayım. Ne oluyor ya? Ben niye bu kadar geç kaldım? Neyi, ne zaman kaçırdım? Hayır yani ne yaptım o kadar sene? Tamam yani son iki senemi saymıyorum, insan üstü daha doğrusu benim için olağanüstü bir çabayla son sınıfa kadar eriştim ama ondan önceki 4 sene ne yaptım ben? Nerdeydim? Neyin peşindeydim? Ne istiyordum? Ergenliği mi geç yaşadım acaba ne yaptım? 4 sene be! 1 değil 2 değil... Öteki dünya varsa çok pis yanacağım o garanti de, bu dünyada da işim zor şu saatten sonra. Zaten yanıyorum ama ilerde alevler çoğalacak belli ki. Keşke 4-5 sene öncesine dönebilseydim...
Şimdi gelelim hocaya! Sempatik olmaya çalışan bir tip. Çalışan diyorum, çünkü tanımıyorum. Belki gerçekten sempatiktir. Ama ilk izlenim itibariyle sadece öyle olmaya çalıştığı kanısına vardım. Zaten ilk gördüğü insana "ayy ne sempatik biriymiş" demek çok antipatik değil mi? Ne biliyorsun? Nerden tanıyorsun? Belki sempatikliği amaç değil de araçtır. Sosyalleşmek, günah çıkarmak, çevre edinmek vesaire... İnsan bin türlü nedenden sempatik olmaya çalışabilir ilk girdiği ortamda... Sen şimdi niye düştün ki onun oyununa?
Tekrar ediyim, kadın belki sempatiktir ama öyle gibi de değil işte. Kaç yaşında kadınsın? Bir yaşının kadını ol! Sidikli diyince sevimli olmuyorsun. Çüş, oha falan diyince 18 yaşına inmiyorsun... Hee seveni çokmuş ama internetten baktım. İnternet dediğim tabii ki ekşisözlük... Bir de "iktisadi büyüme" dersine girmesine rağmen siyaset konuşmaktan haz etmediğini yazmışlar. Dersin tamamı siyaset be! Neyinden haz etmiyor?
Diyor ki bize her gün gazete okuyacaksınız. Her derste 15-20 dakika güncel ekonomik gelişmeleri tartışacağız. Eyvallah! Teorik yanı fazla olan bir ders için güzel bir uygulama. Okuyalım, tartışalım. Ama siyaset sokmadan nasıl yapacağız ki?
Büyüme kavramının ne olduğunu konuştuk mesela ilk ders için. Kalkınma ile karıştırılmaması gerektiğini falan söyledi ki iktisat 4. sınıfa bir şekilde gelmiş biri bu hatayı hala yapıyorsa, intihar etmesinde bir sakınca yoktur. Neyse... Sordu işte sınıfa. Nedir? dedi. Millet coştukça coştu. Mal ve hizmet üretiminin artması, gayri safi milli hasılanın artması bilmemne... İşte nüfus da artarsa aynı oranda bilmemne cart curt. Uzatmayalım... Şimdi ilk sorudan, ilk açıklamalardan mesele siyasete kaymadı mı? Büyüme nedir sorusuna benim vereceğim cevap, sermaye sahiplerinin(yerli ya da yabancı farketmez) kazançlarını arttırması durumudur. Diğer açıklamalar, kandırmak içindir... Neyse ki çıkıntılık yapıp parmak kaldırıp, aykırı davranan tiplerden değilim. Ama baktım ki hoca kendisi anlatmaya başladığında aynı noktaya geldi, kimse de "aga bu o zaman çok da iyi bir şey değilmiş" demedi...
Zaten hoca çok da piyasacı biri gibi değil. Yani işsiz sayısı azalmazsa, saat başı ücretler düşükse öyle büyümeyi neyleyim ben anlamı çıkabilecek cümleler de kurmadı değil... O yüzden kafaca bir noktaya gelebileceğimi hissettim kendisiyle. Sempatik bulurum umarım. Ama siyaset de yapmak lazım. Yoksa bu öğrencilerin mal çoğunluğu büyümede 1. olmamızı, refaha erişmemiz sanmaya devam edecekler...
Hocanın kıl olduğum yönü de saat başı ücretten, ottan boktan bahsetmesine rağmen dersin başındaki tutumuydu. Kadın ingilizce kitaplar veriyor, onlardan okuyacakmışız. İngilizcesi basitmiş vesaire. Tamam yani okuyalım. Basitse, anlarız da herkes anlayabilmek zorunda değil. Sen eğitimini onun üzerine kurmamışsan; karşındakinden o birikimi edinmiş olmasını hangi hakla beklersin. Hatta ingilizce bilmiyorsan, burdan mezun olduktan sonra hiçbir şey yapamazsın, annenin ayaklarını yıkarsın gibi bir şeyler dedi ki aman aman... Sonra bir internet sitesi verdi, tüm ders notları, makaleler, paperlar falan oradaymış... Eee yok benim internetim diyelim ne yapacağım? Bu nasıl bir akademik eğitimdir? Bir de Amerika'daki gibi diye övünüyor. İyi de burası Amerika değil!
Daha yazacaktım ama burası Amerika değil! ile veda edelim bari, sonra yazarız...
Okula gittiğim sayılı günlerden birinde üniversitedeki tek arkadaşımla tanışmıştım. Kendisi tabii ki mezun. Aaa hatta bu blogda yazmayan bir yazar! Naber? Neyse işte o insanın, kardeşi geldi bizim okula... Nöbet değiştirir gibi ya o ne öyle? Bir de nesil değişiyor işte ben hala o okuldayım. Ne oluyor ya? Ben niye bu kadar geç kaldım? Neyi, ne zaman kaçırdım? Hayır yani ne yaptım o kadar sene? Tamam yani son iki senemi saymıyorum, insan üstü daha doğrusu benim için olağanüstü bir çabayla son sınıfa kadar eriştim ama ondan önceki 4 sene ne yaptım ben? Nerdeydim? Neyin peşindeydim? Ne istiyordum? Ergenliği mi geç yaşadım acaba ne yaptım? 4 sene be! 1 değil 2 değil... Öteki dünya varsa çok pis yanacağım o garanti de, bu dünyada da işim zor şu saatten sonra. Zaten yanıyorum ama ilerde alevler çoğalacak belli ki. Keşke 4-5 sene öncesine dönebilseydim...
Şimdi gelelim hocaya! Sempatik olmaya çalışan bir tip. Çalışan diyorum, çünkü tanımıyorum. Belki gerçekten sempatiktir. Ama ilk izlenim itibariyle sadece öyle olmaya çalıştığı kanısına vardım. Zaten ilk gördüğü insana "ayy ne sempatik biriymiş" demek çok antipatik değil mi? Ne biliyorsun? Nerden tanıyorsun? Belki sempatikliği amaç değil de araçtır. Sosyalleşmek, günah çıkarmak, çevre edinmek vesaire... İnsan bin türlü nedenden sempatik olmaya çalışabilir ilk girdiği ortamda... Sen şimdi niye düştün ki onun oyununa?
Tekrar ediyim, kadın belki sempatiktir ama öyle gibi de değil işte. Kaç yaşında kadınsın? Bir yaşının kadını ol! Sidikli diyince sevimli olmuyorsun. Çüş, oha falan diyince 18 yaşına inmiyorsun... Hee seveni çokmuş ama internetten baktım. İnternet dediğim tabii ki ekşisözlük... Bir de "iktisadi büyüme" dersine girmesine rağmen siyaset konuşmaktan haz etmediğini yazmışlar. Dersin tamamı siyaset be! Neyinden haz etmiyor?
Diyor ki bize her gün gazete okuyacaksınız. Her derste 15-20 dakika güncel ekonomik gelişmeleri tartışacağız. Eyvallah! Teorik yanı fazla olan bir ders için güzel bir uygulama. Okuyalım, tartışalım. Ama siyaset sokmadan nasıl yapacağız ki?
Büyüme kavramının ne olduğunu konuştuk mesela ilk ders için. Kalkınma ile karıştırılmaması gerektiğini falan söyledi ki iktisat 4. sınıfa bir şekilde gelmiş biri bu hatayı hala yapıyorsa, intihar etmesinde bir sakınca yoktur. Neyse... Sordu işte sınıfa. Nedir? dedi. Millet coştukça coştu. Mal ve hizmet üretiminin artması, gayri safi milli hasılanın artması bilmemne... İşte nüfus da artarsa aynı oranda bilmemne cart curt. Uzatmayalım... Şimdi ilk sorudan, ilk açıklamalardan mesele siyasete kaymadı mı? Büyüme nedir sorusuna benim vereceğim cevap, sermaye sahiplerinin(yerli ya da yabancı farketmez) kazançlarını arttırması durumudur. Diğer açıklamalar, kandırmak içindir... Neyse ki çıkıntılık yapıp parmak kaldırıp, aykırı davranan tiplerden değilim. Ama baktım ki hoca kendisi anlatmaya başladığında aynı noktaya geldi, kimse de "aga bu o zaman çok da iyi bir şey değilmiş" demedi...
Zaten hoca çok da piyasacı biri gibi değil. Yani işsiz sayısı azalmazsa, saat başı ücretler düşükse öyle büyümeyi neyleyim ben anlamı çıkabilecek cümleler de kurmadı değil... O yüzden kafaca bir noktaya gelebileceğimi hissettim kendisiyle. Sempatik bulurum umarım. Ama siyaset de yapmak lazım. Yoksa bu öğrencilerin mal çoğunluğu büyümede 1. olmamızı, refaha erişmemiz sanmaya devam edecekler...
Hocanın kıl olduğum yönü de saat başı ücretten, ottan boktan bahsetmesine rağmen dersin başındaki tutumuydu. Kadın ingilizce kitaplar veriyor, onlardan okuyacakmışız. İngilizcesi basitmiş vesaire. Tamam yani okuyalım. Basitse, anlarız da herkes anlayabilmek zorunda değil. Sen eğitimini onun üzerine kurmamışsan; karşındakinden o birikimi edinmiş olmasını hangi hakla beklersin. Hatta ingilizce bilmiyorsan, burdan mezun olduktan sonra hiçbir şey yapamazsın, annenin ayaklarını yıkarsın gibi bir şeyler dedi ki aman aman... Sonra bir internet sitesi verdi, tüm ders notları, makaleler, paperlar falan oradaymış... Eee yok benim internetim diyelim ne yapacağım? Bu nasıl bir akademik eğitimdir? Bir de Amerika'daki gibi diye övünüyor. İyi de burası Amerika değil!
Daha yazacaktım ama burası Amerika değil! ile veda edelim bari, sonra yazarız...
17 Eylül 2011
Göğe Bakma Durağı
Bakmayın arkadaş göğe möğe. Kandırır... Güneşi görürsünüz, aydınlık olacak sanırsınız. Yağmur yağar duygusala bağlarsınız. Rüzgar eser içinizi ısıtacak bir yandaş ararsınız. Karanlık çöker, yıldızları sayarsınız. Yakamozu çok acayip bir şey sanarsınız. Bakmayın göğe, kanarsınız... Umut ölür, acı kalır. En son umut ölür diyorduk da öyle değilmiş, en son acı kalır...
15 Eylül 2011
Başlık Bulamadığım Bir Yazı
Gördük ki bu siteye kimse girmiyor. Girenler de vefasız. Rica ettik, oy verin dedik, şeyine takan olmadı... Soru da basit yani. 3 nedir? Hayır bunu bilemiyorsan; neyi bileceksin ben anlamadım ki... Ne sorsaydık? Pi sayısını, avagadro sayısını sorsak bilirsiniz. Fibonacci sayılarının ne anlama geldiğini bilirsiniz. Altın oran falan kaçmaz sizden. Bir 3 nedir? sorusuna verecek cevap bulamadınız...
Bir süredir devam ettirdiğimiz Teledünya - Digitürk savaşını Digitürk kazanmış bulunmaktadır. Teledünya bağlattık. Lig maçlarını izlemeyeceğiz dedik. Sonra ligler başladı. Baba ya izlesek mi dedim. Dünden razıymış, meyhaneye gittik. Rakıydı, mezeydi derken annemin de yediği kanatlar sayesinde 75+ tl hesap ödedik. Digitürk'e 1 ayda verdiğimizden daha fazla. Sonra dedik ki bizde bu Fenerbahçe sevgisi sürdüğü sürece, kapitalizmin esiri olmaya devam edeceğiz, yapacak bir şey yok. Döndük eski sevgiliye...
Zaten bekliyormuş bizi. Gitmemiş bir yere. Bir süre ara verelim dediğimizi sanmış. Oysa biz onun eşyalarını(hd kutu, hdmi kablo ve uzaktan kumanda) toplayıp kapının önüne koymuştuk.Gelip almasını bekliyorduk sadece. Ama işte sonra kuyruğumuz sıkıştı. Aradık kendisini. Aramanı bekliyordum dedi. Senin bensiz yapamayacağını biliyordum dedi. Dedim arkadaş bu ne özgüven? Ama helal olsun. Ondan ayrıldıktan sonra hayatıma başkasını(Teledünya) soktuğumu da itiraf edemedim. Bu ömür boyu saklayacağım bir sır olacak.
Ama iş bununla bitmiyordu. Teledünya ile onu kırmadan ayrılmam gerekiyordu. Üstelik bu ilişki benim üzerimeydi(başvuru sahibi bendim bizzat) İlişkiyi sonlandırmak da benim görevimdi. Ev ahalisi bu konuda rahattı yani. Olan bana olacaktı.
Her neyse efendim. Aldım bende ona ait olan ne varsa(hd kutu, hdmi kablo ve uzaktan kumanda) gittim kapısına. Kapısını çalıp, aşağıya çağırmak isterdim ama otomatik kapılı bir yerde ikamet ediyor kendisini. Bızzıt! diye açıldı kapı. Girdim. Dedim ben senden ayrılmak istiyorum. Sen bana ilk başladığımız gün 15 gün içerisinde neden belirtmeden ayrılabileceğimi söylemiştin, 9. gününde geldim işte dedim. Hayrola bir yanlışım mı oldu(arıza vb.) dedi. Dedim ki "yo yooo!" Yo yooo da neymiş diyecek diye korktum ama üzüntüden sesi soluğu kesilmişti.
Sonra birden gözleri parladı. Dedi ki ben sana 15 gün demedim dedi 1 hafta dedim dedi. Olur mu ya babam da yanımdaydı 15 gün dedin dedim. Dedi ki hatırlıyorum ben senin geldiğin günü, ben sana 1 hafta dedim dedi. Üsteleyemedim. Onlar daha iyi hatırlardı sonuçta. Dedi ki ayrılamayız. Dedim ki öyle şey mi olur? Ben artık yürütemiyorum bu ilişkiyi, seni arkadaş olarak görüyorum hem sen benden daha iyilerine layıksın, ben seni üzerim dedim. Bir çırpıda bütün ergen bahanelerini sıraladım. Yalan olduğunu anladı tabii ki. Gülüş attı. Aşağılandığımı hissettim.
Ben sana bir sebep bulayım en iyisi dedi. Senin ihtiyaçlarına karşılık veremediğime dair(arıza) bir açıklama yaparsan(dilekçe yazarsan) ilişkimiz bitebilir dedi. Kağıdı, kalemi de kendi uzattı. Bana acımıştı ve daha fazla küçülmemi o da istemiyordu. Ayrıldık...
Sonra eve geldim, Digitürk beni bekliyordu. Dedim sen benim hayatımı mahvetmek zorunda mısın? Senin için kırdığım kaçıncı kalp bu dedim. Düşsene yakamdan, ne istiyorsun benden dedim. Dedi ki benim senin gibi milyonlarca sevgilim var, sorun bende değil sende. Şimdi gel beni istediğin gibi kullan dedi. Şimdi bu kadar davetkar olunca karşı taraf, erkek olarak dayanamıyosun. Hemen kurcalamaya başlıyorsun her tarafını(kanalları geziyorsun yani yanlış anlaşılmasın) Eee dedim, ne farkın var ki senin teledünya'dan? Dünyanın da parasını alıyorsun benden, seni geçindireceğim diye ay sonunu getiremiyorum dedim. Dedi ki atma lan bütün gün evde göt büyütüyorsun! Kırıcı oluyorsun dedim. Hadi çok konuşma da devam et dedi(devam et derken bir kanal bul da seyret demek istiyor)
Biz Teleonlar, Cine 5'ler de gördük, senin de devrin bitecek dedim. Senden sonra da mutlu olabileceğim dedim. Devrim bitene kadar esirimsin artık dedi. Ben senin kalbine değil aklına girdim dedi. Kolay kolay vazgeçemezsin, çıkartamazsın beni hayatından dedi. Başkalarıyla da mutlu olamazsın, çünkü onlarda beni ararsın dedi. Benle kıyaslarsın dedi. Ama hep bir eksikliklerinin olduğunun farkına varırsın dedi(ses ve görüntü kalitesi, Lig Tv vesaire gibi şeyleri kastediyor.)
Dedim tamam artık susalım ve işimize bakalım. Bak canım ben hazırım dedi. Saatlerce ilişki kurduk(tv izledim) ve hiç başım ağrıdı ya da özel günümdeyim(yayın kesilmedi) demedi. Ne istersem onu verdi(istediğim kanalı seyredebildim) hem de istediğim pozisyonlarda(yatarak tv seyretmek, oturarark seyretmek, bazen seyretmesem de açık bırakmak) Dedim sen beni mahvettin, hayattan soğuttun, asosyal ettin. Mala bağladım senin yüzünden, kimseyi sevemiyorum, kimseye açılamıyorum. Ama olsun dedim. Ben galiba sadece seni istiyorum!(Fenerbahçe maçlarını izlemek istiyorum.)
Bir süredir devam ettirdiğimiz Teledünya - Digitürk savaşını Digitürk kazanmış bulunmaktadır. Teledünya bağlattık. Lig maçlarını izlemeyeceğiz dedik. Sonra ligler başladı. Baba ya izlesek mi dedim. Dünden razıymış, meyhaneye gittik. Rakıydı, mezeydi derken annemin de yediği kanatlar sayesinde 75+ tl hesap ödedik. Digitürk'e 1 ayda verdiğimizden daha fazla. Sonra dedik ki bizde bu Fenerbahçe sevgisi sürdüğü sürece, kapitalizmin esiri olmaya devam edeceğiz, yapacak bir şey yok. Döndük eski sevgiliye...
Zaten bekliyormuş bizi. Gitmemiş bir yere. Bir süre ara verelim dediğimizi sanmış. Oysa biz onun eşyalarını(hd kutu, hdmi kablo ve uzaktan kumanda) toplayıp kapının önüne koymuştuk.Gelip almasını bekliyorduk sadece. Ama işte sonra kuyruğumuz sıkıştı. Aradık kendisini. Aramanı bekliyordum dedi. Senin bensiz yapamayacağını biliyordum dedi. Dedim arkadaş bu ne özgüven? Ama helal olsun. Ondan ayrıldıktan sonra hayatıma başkasını(Teledünya) soktuğumu da itiraf edemedim. Bu ömür boyu saklayacağım bir sır olacak.
Ama iş bununla bitmiyordu. Teledünya ile onu kırmadan ayrılmam gerekiyordu. Üstelik bu ilişki benim üzerimeydi(başvuru sahibi bendim bizzat) İlişkiyi sonlandırmak da benim görevimdi. Ev ahalisi bu konuda rahattı yani. Olan bana olacaktı.
Her neyse efendim. Aldım bende ona ait olan ne varsa(hd kutu, hdmi kablo ve uzaktan kumanda) gittim kapısına. Kapısını çalıp, aşağıya çağırmak isterdim ama otomatik kapılı bir yerde ikamet ediyor kendisini. Bızzıt! diye açıldı kapı. Girdim. Dedim ben senden ayrılmak istiyorum. Sen bana ilk başladığımız gün 15 gün içerisinde neden belirtmeden ayrılabileceğimi söylemiştin, 9. gününde geldim işte dedim. Hayrola bir yanlışım mı oldu(arıza vb.) dedi. Dedim ki "yo yooo!" Yo yooo da neymiş diyecek diye korktum ama üzüntüden sesi soluğu kesilmişti.
Sonra birden gözleri parladı. Dedi ki ben sana 15 gün demedim dedi 1 hafta dedim dedi. Olur mu ya babam da yanımdaydı 15 gün dedin dedim. Dedi ki hatırlıyorum ben senin geldiğin günü, ben sana 1 hafta dedim dedi. Üsteleyemedim. Onlar daha iyi hatırlardı sonuçta. Dedi ki ayrılamayız. Dedim ki öyle şey mi olur? Ben artık yürütemiyorum bu ilişkiyi, seni arkadaş olarak görüyorum hem sen benden daha iyilerine layıksın, ben seni üzerim dedim. Bir çırpıda bütün ergen bahanelerini sıraladım. Yalan olduğunu anladı tabii ki. Gülüş attı. Aşağılandığımı hissettim.
Ben sana bir sebep bulayım en iyisi dedi. Senin ihtiyaçlarına karşılık veremediğime dair(arıza) bir açıklama yaparsan(dilekçe yazarsan) ilişkimiz bitebilir dedi. Kağıdı, kalemi de kendi uzattı. Bana acımıştı ve daha fazla küçülmemi o da istemiyordu. Ayrıldık...
Sonra eve geldim, Digitürk beni bekliyordu. Dedim sen benim hayatımı mahvetmek zorunda mısın? Senin için kırdığım kaçıncı kalp bu dedim. Düşsene yakamdan, ne istiyorsun benden dedim. Dedi ki benim senin gibi milyonlarca sevgilim var, sorun bende değil sende. Şimdi gel beni istediğin gibi kullan dedi. Şimdi bu kadar davetkar olunca karşı taraf, erkek olarak dayanamıyosun. Hemen kurcalamaya başlıyorsun her tarafını(kanalları geziyorsun yani yanlış anlaşılmasın) Eee dedim, ne farkın var ki senin teledünya'dan? Dünyanın da parasını alıyorsun benden, seni geçindireceğim diye ay sonunu getiremiyorum dedim. Dedi ki atma lan bütün gün evde göt büyütüyorsun! Kırıcı oluyorsun dedim. Hadi çok konuşma da devam et dedi(devam et derken bir kanal bul da seyret demek istiyor)
Biz Teleonlar, Cine 5'ler de gördük, senin de devrin bitecek dedim. Senden sonra da mutlu olabileceğim dedim. Devrim bitene kadar esirimsin artık dedi. Ben senin kalbine değil aklına girdim dedi. Kolay kolay vazgeçemezsin, çıkartamazsın beni hayatından dedi. Başkalarıyla da mutlu olamazsın, çünkü onlarda beni ararsın dedi. Benle kıyaslarsın dedi. Ama hep bir eksikliklerinin olduğunun farkına varırsın dedi(ses ve görüntü kalitesi, Lig Tv vesaire gibi şeyleri kastediyor.)
Dedim tamam artık susalım ve işimize bakalım. Bak canım ben hazırım dedi. Saatlerce ilişki kurduk(tv izledim) ve hiç başım ağrıdı ya da özel günümdeyim(yayın kesilmedi) demedi. Ne istersem onu verdi(istediğim kanalı seyredebildim) hem de istediğim pozisyonlarda(yatarak tv seyretmek, oturarark seyretmek, bazen seyretmesem de açık bırakmak) Dedim sen beni mahvettin, hayattan soğuttun, asosyal ettin. Mala bağladım senin yüzünden, kimseyi sevemiyorum, kimseye açılamıyorum. Ama olsun dedim. Ben galiba sadece seni istiyorum!(Fenerbahçe maçlarını izlemek istiyorum.)
11 Eylül 2011
Kafalar Bozuk
Burayı boşluyormuş gibi oluyoruz diğer site yüzünden. Zaten buranın da takipçisi yok ama arşivde bulunsun...
Bir de şu sağ taraftaki soruyu cevaplandırın, ölmezsiniz...
Bir de şu sağ taraftaki soruyu cevaplandırın, ölmezsiniz...
Yeni Türkiye: http://kafamizbozuk.com/2011/09/10/600/
Klişeler Üzerine: http://kafamizbozuk.com/2011/08/28/kliseler-uzerine/
Hoşçakalın...
04 Eylül 2011
Muamele!
- Kapitalizm başlıklı yazıda "digitürk" ve "teledünya" hikayesinden söz etmiştik. Şimdi kapitalizmin bir diğer çirkin yüzüyle daha karşı karşıya kaldık. Diji diji dijitürkler, ayın 3'ü olur olmaz "çat" diye kestiler yayınımızı. Tamam, biliyorduk keseceklerini de arkadaş bir gel, çayımızı iç, bayramımızı kutla... Sonra da al decoderi, çanak anteni git. Ne o öyle. Saat 12'de kabağa dönüşen araba gibi kaldık. Bir anda izlediğimiz şeyden olduk. Ya da saatini söyle önceden, de ki şu saatte yayını keseceğiz, biz de hiç başlamayalım izlediğimiz şey neyse onu izlememeye. Ya da alternatif bir yol arayalım değil mi? Senelerce para öde, bir yerden sonra artık ödemeyeceğini beyan et, yapılan muameleye bak! Bence yanlış. Hayır yani, hareket anlaşılabilir de muamele yanlış...
- Teledünya da zaten biraz dinci bir yapılanmanın ellerinde sanırım. Bayram tatilindeymiş kurulum ekipleri ve pazartesini beklememiz gerekiyormuş. Tamam bekleyelim de pazartesi olmazsa Leyla ile Mecnun kaçar. Bir de abone olurken babam kanal listesinde "Hilal Tv"yi gördü, kıza döndü hemen "Halk Tv" yok mu? diye sordu. Babam azılı CHP'lidir. Kız anlamadı tabi. Halk Tv'yi duymamış hiç. Zaten babamdan başka izleyicisi de yok bence. Halk Tv! Halk Tv! diye üsteledi babam. Bu, hani bir şeyi sen bilirsin çok seversin ama bakarsın ki çevrede o şeye karşı ilgi - alaka yok, biraz bozulursun ve öfke yapar. İşte tam öyle bir şey. Halk Tv ya, nasıl bilmezsin? gibi bir feryat. Kız, orda ne yazıyorsa o beyefendi dedi. Babam durur mu, yapıştırdı cevabı. Hilal Tv'yi koymayı biliyorsunuz ama! Kız daha fazla bulaşmadı babama. Bence Hilal Tv'den de haberi yoktu...
- Kız gömlek giyiyordu. Gömlek giyen kızlar bağırlarından değil ama kapattıkları ilk düğmenin altından çok acayip frikik veriyorlar haberleri olsun. Çünkü şimdi göğüsler biraz şişkincene ya o düğmeler arasında bir boşluk oluyo ve görünüyo bir çok şey. Hee kime ne? İsterse çıplak gezer ama biz söyleyelim. Görüyoruz... Bakma kardeşim diyecekler olacak. Bakmazsak, nasıl göreceğiz? :)
- Nerde kalmıştık? Heh işte bu kapitalizm bence kötü davranmaya devam ediyor insanlara. Hem de her aşamada. Sistem hiç iyi davranır mı? Bekası için yapması gerekeni yapar gibi rasyonel yaklaşımlar sunmayın bana. Ben daha küçüğüm anlamam o işlerden. Duygusal bir yapıya da sahibim, oturur ağlarım bak akşama kadar. Ben bana iyi davranılsın istiyorum. Ben çünkü her davranışımın iyi olmasına fazlaca özen gösteriyorum. Biraz iyiliği hakediyorum sanırım.
- Hee bir de şu her davranışımın iyi olmasına özen gösteriyorum meselesi bana çoğu zaman; yavşak, bukalemun, kaypak gibi hakaretamiz sözcüklerle geri dönüyor, onu da anlamıyorum. İçimde bir şey varsa saklamam ama dışarı çıkaracaksam da ahlaklı, vicdanlı olmaya özen gösteririm, ne var ki bunda? Öküz mü olayım? Yavşak olmayı tercih ederim...
- Akıllı insanlar her düşündüklerini söylemezlermiş hem, söylediği şeyleri düşünerek söylerlermiş... Kimindi lan bu aforizma? ama güzel yani. Sevdim. Burdan yırtabilirim. Her düşündüğünü söyleyen sözde dobra, özde geveze ve bence ilgi çekmenin yollarını arayan kişiler de başka bir aforizmayla karşılık verebilirler tabi. Ama ben susarak yenerim. Sonra da atasözlerimizden "Söz gümüşse, sükut altındır"ı çakar, bir elimle yumruk yapıp, diğer elimin avuç içini, o yumruğun üstüne sertçe şaplatır, uzaklaşırım. Böyle de pisleşirim yeri geldiğinde...
- Palamutbükü, hiç olmadı Ovabükü, hadi hadi Hayıtbükü'ne bile razıyım... Beni Datça'ya götürün. Sonrasını ben hallederim...
- İki şarkı var ki aslında hüzünlüler ama kalkıp sallanmamak elde değil. "Bye bye love" ve "She hates me" Ama "she hates me" daha bi beter. Her dinlediğimde "galiba" derken buluyorum kendimi. Ortada bir "she" de yok ayrıca. Paranoya!
- kafamizbozuk.com'da benim yazdığım ve yazacağım yazılar için sağ üst tarafa bir link koydum ama o sitede bir arkadaşımızın yazdığı bir yazı can sıkanhane! Sanırım böyle kolay etkilenip, vazgeçmek biraz aptalca ama 1-2 tane daha kendimce abidik gubidik yazı görürsem; o link ordan kalkacaktır. Şimdilik güzel yazılar ağırlıkta. Beni okuyun ama diğerlerini de ihmal etmeyin...
- Hoşçakalın...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)