Bir şey duymuştum vakt-i zamanında. Vakt-i'yi de ne güzel yazdım ha! Şapkaların kaldırılmasına da kıl olmuştum. Çok afili bir şeydi. Neyse... İnsanların %15'lik kesimi çok zeki, %15'lik kesimi hiç zekiymiş. Geriye kalan %70 ise yöneticilerini yine bu %70'lik dilimden seçen insanlarmış. %15 hiç zeki olan kısım, yöneticilik becerilerine sahip değilmiş, %15'lik çok zeki kısım da bu işlerle uğraşmaya tenezzül etmiyorlarmış çünkü ortalama insan bunları anlamıyormuş...
Şimdi arkadaş! Ben eminim ki, şahsım bu %15'lik kısımlardan birine konuşlanmış... Bence yöneticilik becerisine erişecek bir zekaya sahip değilim ben ama bunu söylediğimde ters manyel yaptığımı(hanım koş! oğlan manyel dedi!) düşüneceksiniz; o yüzden bu kısmı uzatmayacağım... Ama bence ben yönetemem... Beni yönetecekleri de seçemediğimi tecrübe ettim şu kısa ömrümde...
Şimdi bana bi başbakanlık ya da ona eşdeğer bir makam ayarlayın... Benim aklımdan o kadar çok şey geçer ki karar alamam. Zaten ben hiç karar alamam... Alınan kararları uygularım... Neyse... Mesela bir karar alacak olsam; toplarım bakanları, ilgilileri, idarecileri... Şimdi demek lazım ya şu konuyla ilgili, şurda, şu vakit, şunu yapmak lazım diye... İşte bu bakanlar benim arkadaşlarım, akrabalarım falan olur muhtemelen. Yani etrafıma koyarım canlarımı. Niye koymayayım? Hepsi az biraz fakir zaten, nasiplensin yavrucaklar...
Şimdi öyle bir toplantıya içkisiz oturulmaz. Hele herkes içecekse rakı açılır en güzelinden... Peyniri, kavunu, boranisi, horoz fasülyesi derken masa donatılır... Sonra başlarız anlatmaya... Elbet, sohbet bir yerden sonra zekaların da gelişimiyle başka bir boyut alır ve sorgulamaya başlarız. İşte o kafaların şiştiği anda biri çıkıp der ki "hafız, bir müzik koyalım da öyle konuşalım." Aha! İşte bu noktada devlet duraklama devrine girer. Açarız hemen Zeki Müren'i...
Şimdi Zeki Müren iyi de; herkes de bi gönül acısı çekeceğindendir ki başlarız hüzünlenmeye. En hüzünlüsünden itibaren başlarız dertleri dinlemeye... Dalarız uzaklara... Makul miktarda rakı tükettikten sonra, illa ki boku çıkar ve o müzik İbrahim Tatlıses'e kadar gider. İbrahim Tatlıses şarkısı da masalara vurmadan eşlik edilecek şarkılar değildir hani... Artık hiç konuşma olmaz... Sadece şarkılara eşlik edilmeye başlanır. Dert anlatmak bile zordur... Devlet, gerileme dönemindedir...
Sonra, ne kadar içse de kendisini bozmayan bir abi çıkar masada. Ben olabilirim bu. Sonuçta başbakanım... Hüüoopp derim... Ne oluyor lan burada? derim... Dur allasen Berk, bi otur şuraya der masadan biri. Kesin der. Otururum. Karar alamadığımı söylemiştim...
Arkadaş bu ne hüzünmüş, iki komikli video açın da yutubdan kendimize gelelim der ortamın en dertsizi... Candır o. Belki de en dertlidir ama ortamın neşelisi olduğu için, bu durumdan çıkarma görevini üstlenir... Belki de istemsiz, belki de kendisinden istenenin bu olduğunu düşünerek...
O kafayla reddedemezsin... Öpseler, hissetmeyeceksin; komikli videoya mı hayır diyeceksin? Hakan Taşıyan'ın ağzından yemekleri düşürdüğü videoyla başlar dağılma dönemi... O gülerken ki suratlarımızı düşünemiyorum bakanlar kurulu! Ne de çirkiniz... İçimiz ya da kafamız güzel demeyin, ağzınızı kırarım... Çirkiniz işte... Ne olacak sonra? Sızıyoruz...
Devlet çöktü...
Atıyorum, o gece alacağımız bir kararla belli şeylerin önüne geçebilirdik ama nefsimize yenik düşerek memleketi bok ettik. E biz ne pislik insanlarız? Onursuz olmadığımız için mecbur istifa... E ne oldu? Yönetemedim... Oysa bir rakı açalım demesem ya da rakı açılmasına engel olsam, ki yetkilerim itibariyle bunu dersem uygulanır, bir adım daha ileri atabilirdik... Atamadık ve geriye düştük...
Sabah uyandık. Kim bilir hangimiz nerede? Pişmanlıklar, boşvermişlikler ya da iyi içtik ha! düşüncesi. Artık o geceyi kişisel olarak nasıl sonlardığınla alakalı hissedeceğin şeyler... Ama hayat aktı ve önlem alamadık. Sorunu çözemedik. Sorundan etkilenen insanları anlayamadık... Yani beceremedik...
Efkarlandık yine... Açtık bir rakı daha. Yaktık sigaraları... Arkada Zeki Müren! Ah bu şarkıların gözü kör olsun!
Not: Yazı tamamen ironiktir(Bey! bi bak hele! oğlan ironik dedi!) Ne anlayacağınız size kalmış... Eğer benim gerçekten böyle şeyler düşündüğümü ve yazıya döktüğümü düşünüyorsanız da Bakanlar Kurulu'nda size yer yok, kusura bakmayın... Son ironisini de yaptı!
Şimdi arkadaş! Ben eminim ki, şahsım bu %15'lik kısımlardan birine konuşlanmış... Bence yöneticilik becerisine erişecek bir zekaya sahip değilim ben ama bunu söylediğimde ters manyel yaptığımı(hanım koş! oğlan manyel dedi!) düşüneceksiniz; o yüzden bu kısmı uzatmayacağım... Ama bence ben yönetemem... Beni yönetecekleri de seçemediğimi tecrübe ettim şu kısa ömrümde...
Şimdi bana bi başbakanlık ya da ona eşdeğer bir makam ayarlayın... Benim aklımdan o kadar çok şey geçer ki karar alamam. Zaten ben hiç karar alamam... Alınan kararları uygularım... Neyse... Mesela bir karar alacak olsam; toplarım bakanları, ilgilileri, idarecileri... Şimdi demek lazım ya şu konuyla ilgili, şurda, şu vakit, şunu yapmak lazım diye... İşte bu bakanlar benim arkadaşlarım, akrabalarım falan olur muhtemelen. Yani etrafıma koyarım canlarımı. Niye koymayayım? Hepsi az biraz fakir zaten, nasiplensin yavrucaklar...
Şimdi öyle bir toplantıya içkisiz oturulmaz. Hele herkes içecekse rakı açılır en güzelinden... Peyniri, kavunu, boranisi, horoz fasülyesi derken masa donatılır... Sonra başlarız anlatmaya... Elbet, sohbet bir yerden sonra zekaların da gelişimiyle başka bir boyut alır ve sorgulamaya başlarız. İşte o kafaların şiştiği anda biri çıkıp der ki "hafız, bir müzik koyalım da öyle konuşalım." Aha! İşte bu noktada devlet duraklama devrine girer. Açarız hemen Zeki Müren'i...
Şimdi Zeki Müren iyi de; herkes de bi gönül acısı çekeceğindendir ki başlarız hüzünlenmeye. En hüzünlüsünden itibaren başlarız dertleri dinlemeye... Dalarız uzaklara... Makul miktarda rakı tükettikten sonra, illa ki boku çıkar ve o müzik İbrahim Tatlıses'e kadar gider. İbrahim Tatlıses şarkısı da masalara vurmadan eşlik edilecek şarkılar değildir hani... Artık hiç konuşma olmaz... Sadece şarkılara eşlik edilmeye başlanır. Dert anlatmak bile zordur... Devlet, gerileme dönemindedir...
Sonra, ne kadar içse de kendisini bozmayan bir abi çıkar masada. Ben olabilirim bu. Sonuçta başbakanım... Hüüoopp derim... Ne oluyor lan burada? derim... Dur allasen Berk, bi otur şuraya der masadan biri. Kesin der. Otururum. Karar alamadığımı söylemiştim...
Arkadaş bu ne hüzünmüş, iki komikli video açın da yutubdan kendimize gelelim der ortamın en dertsizi... Candır o. Belki de en dertlidir ama ortamın neşelisi olduğu için, bu durumdan çıkarma görevini üstlenir... Belki de istemsiz, belki de kendisinden istenenin bu olduğunu düşünerek...
O kafayla reddedemezsin... Öpseler, hissetmeyeceksin; komikli videoya mı hayır diyeceksin? Hakan Taşıyan'ın ağzından yemekleri düşürdüğü videoyla başlar dağılma dönemi... O gülerken ki suratlarımızı düşünemiyorum bakanlar kurulu! Ne de çirkiniz... İçimiz ya da kafamız güzel demeyin, ağzınızı kırarım... Çirkiniz işte... Ne olacak sonra? Sızıyoruz...
Devlet çöktü...
Atıyorum, o gece alacağımız bir kararla belli şeylerin önüne geçebilirdik ama nefsimize yenik düşerek memleketi bok ettik. E biz ne pislik insanlarız? Onursuz olmadığımız için mecbur istifa... E ne oldu? Yönetemedim... Oysa bir rakı açalım demesem ya da rakı açılmasına engel olsam, ki yetkilerim itibariyle bunu dersem uygulanır, bir adım daha ileri atabilirdik... Atamadık ve geriye düştük...
Sabah uyandık. Kim bilir hangimiz nerede? Pişmanlıklar, boşvermişlikler ya da iyi içtik ha! düşüncesi. Artık o geceyi kişisel olarak nasıl sonlardığınla alakalı hissedeceğin şeyler... Ama hayat aktı ve önlem alamadık. Sorunu çözemedik. Sorundan etkilenen insanları anlayamadık... Yani beceremedik...
Efkarlandık yine... Açtık bir rakı daha. Yaktık sigaraları... Arkada Zeki Müren! Ah bu şarkıların gözü kör olsun!
Not: Yazı tamamen ironiktir(Bey! bi bak hele! oğlan ironik dedi!) Ne anlayacağınız size kalmış... Eğer benim gerçekten böyle şeyler düşündüğümü ve yazıya döktüğümü düşünüyorsanız da Bakanlar Kurulu'nda size yer yok, kusura bakmayın... Son ironisini de yaptı!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder