Yuh! Saat 13.42 olmuş... Neden bu kadar uyudum ki? Normal bir saatte de yatmıştım üstelik. Şaşırtıcı. Belki de uykumda bayılmışımdır yine. Belki de rüyalarım güzeldi. Rüyalarım? Neydi ki? Peki uyanır uyanmaz yazmam nedendi?
Giyindim. Sıktım deodoranı(evet deodorant değil deodorandır doğrusu), parfümü. Sağ cebim delik. Oraya koyamam bozuk paraları. Sol cebe... Sigaranın yanına koydum. Sağ cebime telefonu attım. Cüzdana da arka ceplerden birini tahsis ettim.
Kapıyı çektim. 3 kere kilitledim. Annemin tembihi. Eve daha önce hırsız girdiği için, evin kapısını, evin içindeyken bile kilitliyoruz. Neyse. Kilitledim. Çok kalabalık anahtarımı koyacak yerim kalmamıştı. Benim anahtarım cidden çok kalabalıktır. 3-4 tane anahtarlık, 2 tane market indirim kartı, 1 tane de kapak açacağı mevcut. Haliyle sığmıyor öyle çok yere. Peki neden o kadar kalabalık? Anahtarlıklar hediyeydi. Hepsi aynı kişinin hediyesiydi :) Anısı vardı yani. Açacak çok lazımdı. E market kartları da indirim açısından faideliydi... Nasıl o kadar kalabalık olmasın ki?
Anahtar elimde kaldı. Öyle yürüdüm. Hava iyi mi kötü mü anlaşılmıyordu. Sıcaktı ama bulutlar çoktu, güneş yoktu. Yine de yürümeye elverişli bir ortam vardı. Bir gün önceki deli yağmura üzerimdeki kısa kollu t-shirtle yakalanmamdan ve o yağmuru yarım saat boyunca yemek durumumda kalmamdan dolayı; böyle havalar bana işlemezdi. Hayatımda 2. kere bu kadar çok ıslanmıştım. Diğeri de bilmemkaç sene evvel, otobüs beklerkendi. Ama ne otobüstü o? Gelememişti. O zaman aktarma mı yoktu acaba? Niye bekledik ki o kadar? Belki de beklemek güzeldi, ne bileyim. Hatırlamıyorum. Çok ıslanmıştık ve saatlerce sürmüştü, sadece bu.
Nereye gideceğini bilmeden yürümekti bugün görevim. Bu görevi çok seviyordum. Bazen kendimi bulduğum yerlere kendim şaşırıyordum. Ataköy 5. kısımın sahile bakan banklarında ya da Osmaniye'deki eğitim ve araştırma hastanesi biriminde ne işim olabilirdi ki? Bakalım bugün nerede bulacaktım kendimi?
Yürüdüm...
Yok ya burası tanıdık. Ben buraya daha önce geldim... Çok defalarca geldim... Ama şimdi neden gelmiştim?Kesin bir şeye ihtiyacım vardı... Neydi acaba? Unuttum... Burası... Yalnızdım... Upuzun binaların arasında kalmıştım. Dönmeliydim. Dönemedim. Kaldırıma oturdum. Ne çok köpek gezdiren var burada böyle! Yakaladığımı sevdim... Bu binalar yıkılırsa, sadece buradakiler ölmez; domino etkisiyle Düzce'ye kadar can alır bu binalar diye düşündüm.
Berk! Aaa biri bana seslendi. Kimdin ya sen? Heh hatırladım. İlkokul arkadaşım...
-Merhaba, naber?
-İyiyim sen?
-İyi ben de. Napıyorsun buralarda?
-Duruyorum.
-O ne be öyle?
-Yürüdüm işte öyle, bir şey yapmıyorum.
-Buralarda mı oturuyorsun ki sen?
-Hee kaldırımda oturuyorum işte.
-....(kem küm)
-Yok ya şaka tamam. Yok işte yürüdüm, gelmişim buraya kadar.
-İyi misin sen?
-İyiyim.
-Kime geldin, neye geldin?
-Napacaksın ya, bulup getirecek misin?
-Düzgün bir şey sorduk, ne bu haller? ben kaçtım.
-Ya El... Pardon.. Nereye?
-Sana ne? Napacaksın?
-Hee dimi?
-Sana bir şey diyim mi?
-Ne istersen...
-Beklediğin gelmeyecek...
-Ben bir şey beklemiyorum...
-Bekliyorsun...
-Hayır, beklesem niye geleyim? Yerimde dururum...
-Peki burada niye duruyorsun?
-Yoruldum...
-Daha çooook yorulursun...
-İşim yok, zamanım çok. yorulabilirim...
-Gelmeyecek...
-......(mırın kırın)
-Anlatmak ister misin?
-Neden?
-Rahatlarsın...
-Bugüne kadar hiç anlatıp da rahatlamadım. Daha fazla rahatsız oldum sadece...
-İyi, ben gidiyorum...
-Ben de...
-Gelmek ister misin bize?
-Olur...
Gittim...
Bir süre sonra oradan ayrılmaya karar verdim... Gerek yoktu daha fazlasına...
Bu sefer minibüse bindim. Kaybolmaya niyetim yoktu. Eve dönmeliydim. Sebebini bilmiyordum bu gerekliliğin ama böyle olmalıydı.
Bizim bakkala geldim... 3 tane Bomonti'yi aldım herzamanki gibi. 3.35'ten 10 liraya bağlıyordum. Hem ben kazanıyordum hem bakkal. Eve geldim... Hala yalnızdım...
Bugün ne olmuştu? Hiç... Peki ben neler yaşamıştım, hissetmiştim öyle? Ne de çok yorulmuştum, dururken...
Yalnızlık, gerçekten de bir yalnız kalma hali olarak belirse tamamdı ama içinden başka bir benlik kendi yalnızlığıma musallat olunca ortalık karıştı. Benim hiç niyetim yokken, içim beni o yere sürükledi... O çok delikanlı içim var ya içim, oraya gittikten sonra bir pısırığa dönüştü ve ben geri dönerken gıkını bile çıkaramadı... Ben böyle için...
İçim bile işe yaramadı, dışım ne yapabilirdi? Kalp beceremedi, dil ne söyleyecekti? Beyin söz geçiremedi, gözler neyi anlatacaktı?
Uuuuu saat 18.17... Ne çok uyumuşum... Bayıldım mı acaba yine?
Güzel bir rüya mı gördüm de uyanamadım? Hatırlamıyorum ki!
Haydaaa! Bu kağıt ne? Kim yazdı ki bunları?
Yüzümü yıkadım. Cebi delik pantolonumu giydim. Anahtarlıklar elimdeydi ve batıyordu.
3 tane Bomonti aldım... Kaldırımdaydım... Gelmeyecekti... Ama zaten beklemiyordum ki... Bu bir rüyaydı... Hepsi bir rüyaydı... Ben yoktum ve bu binalar boştu...
Uuuu saat 23.37... Ne çok uyumuşum. Peki bu yazı kimindi? Hepsi bir rüyaydı... Hatırlamıyordum ki...
Saat 04.01... Bu yazı bitti...
Bu şarkı bitmedi... Sail... Koyalım...
Giyindim. Sıktım deodoranı(evet deodorant değil deodorandır doğrusu), parfümü. Sağ cebim delik. Oraya koyamam bozuk paraları. Sol cebe... Sigaranın yanına koydum. Sağ cebime telefonu attım. Cüzdana da arka ceplerden birini tahsis ettim.
Kapıyı çektim. 3 kere kilitledim. Annemin tembihi. Eve daha önce hırsız girdiği için, evin kapısını, evin içindeyken bile kilitliyoruz. Neyse. Kilitledim. Çok kalabalık anahtarımı koyacak yerim kalmamıştı. Benim anahtarım cidden çok kalabalıktır. 3-4 tane anahtarlık, 2 tane market indirim kartı, 1 tane de kapak açacağı mevcut. Haliyle sığmıyor öyle çok yere. Peki neden o kadar kalabalık? Anahtarlıklar hediyeydi. Hepsi aynı kişinin hediyesiydi :) Anısı vardı yani. Açacak çok lazımdı. E market kartları da indirim açısından faideliydi... Nasıl o kadar kalabalık olmasın ki?
Anahtar elimde kaldı. Öyle yürüdüm. Hava iyi mi kötü mü anlaşılmıyordu. Sıcaktı ama bulutlar çoktu, güneş yoktu. Yine de yürümeye elverişli bir ortam vardı. Bir gün önceki deli yağmura üzerimdeki kısa kollu t-shirtle yakalanmamdan ve o yağmuru yarım saat boyunca yemek durumumda kalmamdan dolayı; böyle havalar bana işlemezdi. Hayatımda 2. kere bu kadar çok ıslanmıştım. Diğeri de bilmemkaç sene evvel, otobüs beklerkendi. Ama ne otobüstü o? Gelememişti. O zaman aktarma mı yoktu acaba? Niye bekledik ki o kadar? Belki de beklemek güzeldi, ne bileyim. Hatırlamıyorum. Çok ıslanmıştık ve saatlerce sürmüştü, sadece bu.
Nereye gideceğini bilmeden yürümekti bugün görevim. Bu görevi çok seviyordum. Bazen kendimi bulduğum yerlere kendim şaşırıyordum. Ataköy 5. kısımın sahile bakan banklarında ya da Osmaniye'deki eğitim ve araştırma hastanesi biriminde ne işim olabilirdi ki? Bakalım bugün nerede bulacaktım kendimi?
Yürüdüm...
Yok ya burası tanıdık. Ben buraya daha önce geldim... Çok defalarca geldim... Ama şimdi neden gelmiştim?Kesin bir şeye ihtiyacım vardı... Neydi acaba? Unuttum... Burası... Yalnızdım... Upuzun binaların arasında kalmıştım. Dönmeliydim. Dönemedim. Kaldırıma oturdum. Ne çok köpek gezdiren var burada böyle! Yakaladığımı sevdim... Bu binalar yıkılırsa, sadece buradakiler ölmez; domino etkisiyle Düzce'ye kadar can alır bu binalar diye düşündüm.
Berk! Aaa biri bana seslendi. Kimdin ya sen? Heh hatırladım. İlkokul arkadaşım...
-Merhaba, naber?
-İyiyim sen?
-İyi ben de. Napıyorsun buralarda?
-Duruyorum.
-O ne be öyle?
-Yürüdüm işte öyle, bir şey yapmıyorum.
-Buralarda mı oturuyorsun ki sen?
-Hee kaldırımda oturuyorum işte.
-....(kem küm)
-Yok ya şaka tamam. Yok işte yürüdüm, gelmişim buraya kadar.
-İyi misin sen?
-İyiyim.
-Kime geldin, neye geldin?
-Napacaksın ya, bulup getirecek misin?
-Düzgün bir şey sorduk, ne bu haller? ben kaçtım.
-Ya El... Pardon.. Nereye?
-Sana ne? Napacaksın?
-Hee dimi?
-Sana bir şey diyim mi?
-Ne istersen...
-Beklediğin gelmeyecek...
-Ben bir şey beklemiyorum...
-Bekliyorsun...
-Hayır, beklesem niye geleyim? Yerimde dururum...
-Peki burada niye duruyorsun?
-Yoruldum...
-Daha çooook yorulursun...
-İşim yok, zamanım çok. yorulabilirim...
-Gelmeyecek...
-......(mırın kırın)
-Anlatmak ister misin?
-Neden?
-Rahatlarsın...
-Bugüne kadar hiç anlatıp da rahatlamadım. Daha fazla rahatsız oldum sadece...
-İyi, ben gidiyorum...
-Ben de...
-Gelmek ister misin bize?
-Olur...
Gittim...
Bir süre sonra oradan ayrılmaya karar verdim... Gerek yoktu daha fazlasına...
Bu sefer minibüse bindim. Kaybolmaya niyetim yoktu. Eve dönmeliydim. Sebebini bilmiyordum bu gerekliliğin ama böyle olmalıydı.
Bizim bakkala geldim... 3 tane Bomonti'yi aldım herzamanki gibi. 3.35'ten 10 liraya bağlıyordum. Hem ben kazanıyordum hem bakkal. Eve geldim... Hala yalnızdım...
Bugün ne olmuştu? Hiç... Peki ben neler yaşamıştım, hissetmiştim öyle? Ne de çok yorulmuştum, dururken...
Yalnızlık, gerçekten de bir yalnız kalma hali olarak belirse tamamdı ama içinden başka bir benlik kendi yalnızlığıma musallat olunca ortalık karıştı. Benim hiç niyetim yokken, içim beni o yere sürükledi... O çok delikanlı içim var ya içim, oraya gittikten sonra bir pısırığa dönüştü ve ben geri dönerken gıkını bile çıkaramadı... Ben böyle için...
İçim bile işe yaramadı, dışım ne yapabilirdi? Kalp beceremedi, dil ne söyleyecekti? Beyin söz geçiremedi, gözler neyi anlatacaktı?
Uuuuu saat 18.17... Ne çok uyumuşum... Bayıldım mı acaba yine?
Güzel bir rüya mı gördüm de uyanamadım? Hatırlamıyorum ki!
Haydaaa! Bu kağıt ne? Kim yazdı ki bunları?
Yüzümü yıkadım. Cebi delik pantolonumu giydim. Anahtarlıklar elimdeydi ve batıyordu.
3 tane Bomonti aldım... Kaldırımdaydım... Gelmeyecekti... Ama zaten beklemiyordum ki... Bu bir rüyaydı... Hepsi bir rüyaydı... Ben yoktum ve bu binalar boştu...
Uuuu saat 23.37... Ne çok uyumuşum. Peki bu yazı kimindi? Hepsi bir rüyaydı... Hatırlamıyordum ki...
Saat 04.01... Bu yazı bitti...
Bu şarkı bitmedi... Sail... Koyalım...