14 Nisan 2008

pippa bacca


italyan sanatçı pippa bacca'nın katledilme öyküsüyle bir kez daha sarsıldık. bacca, balkanları geçtikten sonra, barış yolculuğunda hiç çekinmediği türkiye topraklarında öldürüldü. bu konuda yine topluca bir riyakârlık ayinine çağırılıyoruz. elbette büyük gazete, meşrebine uygun olarak, milli savunma refleksiyle pippa'nın kız kardeşinin sözlerini manşet yapmıştı: "kötü insanlar her yerde var." bu yürek yakıcı hikâyede bu toprakların yerleşik nizamını, ideolojik örüntülenmesini çarpıcı bir biçimde dışavuran nokta, katilin dedikleriydi. katil, yakalanmadan önce televizyonda bacca'nın kayıp olduğu haberini izlerken "ab'ye rezil olduk. hangi şerefsiz acaba?" demiş. katilin klişesi, hayatımızın bağrına çoktan çöreklenmiş. ele güne rezil olmak. yaşadığımız; birbirimize ve bizden olmayanlara yaşattığımız vahşeti türkiye'nin batı'daki imajı açısından değerlendirip vahvahlanmak. kendi yaratıp kendi kurguladığımız vahşet karşısında kendi payımızı inkâr ederek olayı insani boyutundan soyup tanıtma-reklamasyon faaliyetinin alanına hapsetmek. pippa'nın barışa kendi dilinde katkı sağlayabilmek için çıkmış olduğu yolculuğun türkiye ayağında düşmesi bu topraklarda yaşayan kimi gerçekten şaşırtmıştır? daha ilk fotografını gördüğümüzde başına gelecekleri yürek çarpıntısıyla hissetmemiş miydik? şimdi, "affet bizi pippa", "utanıyoruz" ve benzeri sloganlarla onu uğurlarken bu toprakların kadınlar için hiç de tekin olmadığını, her gün onlarca kadının töre adına, siyaset adına, çoğunluk bir hiç adına öldürüldüğünü hatırlıyor muyuz? 'yabancı kadınlar', birer kurban olarak hayatımızda her zaman yer bulmuşlardır. defalarca onları andık, cenazelerini uğurladık. hatta bir ara gülgeç'in çizgileriyle, peşlerinde tecavüzcü türk canavarları ile birlikte karikatürlerini alanya turizm broşürlerine bile basmıştık. o sıralar belediye başkanı kısaca, 'neden bu kadar mesele haline getirdiniz, anlamıyorum. turisti mizahi bir dille çağırmak istedik' demeye getiriyordu. mizah malzemesi edilen şeylerin, benzerleri kısa zaman önce skorlanmış tecavüz, hayvan katliamı türünden geleneksel sporlarımız olması besbelli kafasını karıştırıyordu başkanın. bir rahatlasa, 'yalan mı, kardeşim?' diye bağıracaktı gazetecilerin yüzüne. dante'nin cehennem tasvirini aratacak bir karikatürün bir turizm broşürünün kapağını süslemesinin baş döndürücü abesliğinden geçtim, tecavüzle, cinayetle kendine has, esprili bir dünya kurmayı amaçlamak öncelikle ciddi bir insanlık suçu, dediğimizi hatırlarım. 'biz bize benzeriz' sloganının işaret ettiği kendinden memnun olma hali yanı sıra samimi bir itiraf, kendine uzak açılı bir otoportre çalışması olarak mı adlandırmalıydı bu girişimi? bence, hayır. gülgeç ve işini onaylamış olan onca insan öncelikle memleketin tekâmül etmemiş insanını komik unsur olarak yansıtırken belki de samimiyetlerine bir ödül bekliyorlardı. 'yabancı kadınlar'ı katledenler, bu toprakların kadınlarını katledenler. onların münferit sapıkların kurbanı olmadığını biliyoruz. bu cinayette de hepimizin parmağı var. yabancı kadınlar aile albümünde tecavüz edilen yabancı kadınlar hep olmuştur. turisttirler. ya da görev icabı bu topraklarda ikâmet etmektedirler. ya da bir türk'e gönül vermiş yerleşik yabancı konumundadırlar. kendilerine yönelik ikircikli bir duygunun menzilinden kurtulamaz, çeşitli biçimlerde hırpalanırlar. yabancı kadınlara yönelik yakıcı şehvet ve ona eşlik eden parçalayıcı nefret vahşete patladığında, bunun bize duyuruluş biçimi de çoğunluk imalarla yüklü ve uğultuludur. medyanın bu tür vakaları yansıtışında mahcupça örtmeye çalıştığı türk erkeği 'refleksi'ni okumak mümkündür. kurban fahişe midir? burada ne aramaktadır? türk erkeğinin methini duyup da mı gelmiştir? kısaca kurban, gerçekten kurban mıdır? haberi iletirken kullanılan dil, amaçlanan müphemliğe uygundur; onaylamaz görünürken vahşeti gerekçelendirebilmenin ipuçlarını da sunar. kurbanın kimliği üstüne kafalar karıştırılır; portresi en azından kadınca bir eblehlik, bağışlanmaz bir temkinsizlikle gölgelenir. zaten bu topraklarda herkes, yabancı kadınların mezhebi geniş olduğunu bilir. özgürlüğün imkânlarını hissettiren varlığıyla yabancı kadın, açık taciz odağıdır. hele kordiplomatik bağlantıları olmayan, buranın yerleşik kasaba düzenine transfer olmuş dönme bacılar, ne kadar çırpınsalar kanlarında cirit atan hafifliği türk erkeğine bir türlü unutturamazlar. o kışkırtıcı hafiflik, onlara uygulanan her türlü vahşetin suç karşılığında doğal hafifletici unsur olarak hesaba katılacaktır. tarkan olsun, karaoğlan olsun, kaç kuşağın çocukluğundan itibaren elinden tutan gürz bilekli türk yiğitleri, bizans'a vardıklarında âdetleri farklı bir dünyanın hafif kadınları tarafından el üstünde tutulur, evdoksiyaların belini kırar, katerinalara ağzını siler. popüler kültürümüzde yabancı kadın hiçbir zaman güçlü ve tekinsiz bir medea olarak değil, cinselliğini kullanarak yiğidi yoldan çıkarmaya çalışan dişi örümcek olarak sivrilir. maksat yara almadan onun sırtını yere getirmek, haddini bildirmek ve iffetli yuvaya muzaffer dönmektir. bir yandan dış dünyayı temsil eden yabancı kadının vaat ettiği özgürlükle başı dönen haz adamı olarak bu sınavdan kasıklarının hakkıyla çıkacaksın, öte yandan kendi hücrenin iç duvarlarını berkiteceksin. iffetin sılada bekleyen cehennem olduğunu her türk bilir. yabancı muktedirler birleşmiş milletler eğitim bilim ve kültür örgütü'ne (unesco) bağlı olarak çalışan dünya kültür varlıkları komitesi'nin istanbul'u dünya kültür mirası listesi'nden çıkaracağı haberi memleketimiz muktedirleri tarafından öfkeyle karşılandı. belediyenin yetersizliği ve umursamazlığının gölgesi altında koruma altındayken yok edilen binlerce eser, unesco'yu mutsuz ediyor besbelli. buna karşılık saray müdürü tarihçi ortaylı ve yükselen yıldız, yeni kahraman kültür bakanı ertuğrul günay, geçenlerde televizyonda unesco'ya köpürüyorlardı. bizim onlara ihtiyacımız yoktu. kendi kültürümüzü pekâlâ koruyabilirdik. onlar kendilerini ne sanıyorlardı? bu tavrı şemsiyelerinin altına girebilelim diye on yıllardır kapılarında titreştiğimiz görevlilere de gösteriyor milli hassaslar ekibi. barroso'nun karşılanışında mehter ritmiyle efelenen, ab'nin sinsi planlarıyla türkiye'yi bölmek için can attığını, abd'nin de bu planda avrupa'nın arkasında olduğunu haykıranlara tam bağımsızlıktan ne anladıklarını sorsanız, alacağınız cevabı anlayabilecek misiniz? chp'nin 301 konusundaki son feraset gösterisi, yeterince açık değil miydi? hele hele güldal mumcu'nun fikir özgürlüğü konusunda böylesi bir manevrada rol üstlenmesi en azından acıklıydı. akp, inanmadan, göstermelik değişikliklere imza atıp aradan sıyrılmaya çalışırken en büyük desteği olan muhalefet tarafından çelme yiyor. karşısında rezil duruma düşmekten korkarak misafir koltuğunun üstüne beyaz çarşaflar örtüp karşıladığınız adama karşı bir yandan da burnundan kıl aldırmayan ağa rolü üstleneceksiniz. batı karşısındaki ikircikli, ikiyüzlü tavır can çekişmektedir. türkiye'nin çok özel, çok nev-i şahsına münhasır, dolayısıyla özellikle batı tarafından asla doğru anlaşılamayacak bir memleket olduğu fikri gülünçtür. her milletin kendine has özellikleri bulunur. ama demokrasi konusunda belirli standartlara uyma sözü verdiysen, onları savsakladığında adayı olduğun birliğin görevlileri gelip seni eleştirecektir. kendi milli hassasiyetlerine çeki-düzen vermeyip 'biz bize yeteriz' savsözüyle yetindiğin sürece yabancı erkekler karşısında eğilip arkalarından küfredecek, yabancı kadınları da fırsatını bulduğunda tecavüz ettikten sonra katledeceksin


yıldırım türker / radikal

Hiç yorum yok: