15 Nisan 2008

RED

Evrensel gazetesinin gençlik eki Genç Hayat, Hakan Gülseven'le bir söyleşi yaptı. İşte o söyleşi..."Böyle bir ortamda işçi haberi haber değeri taşımaz. Bugünkü basında, direnişteki işçilerin değeri yoktur fakat Ayşe Arman’ın nasıl seviştiğinin bir haber değeri vardır. Bugünkü basın şerefsizleşmiştir, haysiyetsizleşmiştir. Basın şerefsizleşmiştir, haysiyetsizleşmiştir, köpekleşmiştir derken altta çalışan insanları kastetmiyorum. Ama bütün üst düzey yöneticiler bu çarkın içerisindedirler. Basın kitleleri aptallaştırmanın bir aracı oldu... " Hakan gülseven: toplumun safrası, patronlar ile onların borazanlarıdırErsin Büyüktaş/Serkan KurtRöportaja giderken açıkçası karşımızda yazılarındaki “asabiyetinden” bildiğimiz asık suratlı, sert birini bekliyorduk. Hatta Serkan, bunun üzerine espriler yapıyordu “Hocam, kendimize dikkat edelim, bu adam sinirlenirse bizi de döver.”Röportajı yapacağımız yerde kısa bir bekleyişin ardından kapıda göründü. Üç-beş hoşlu beşli cümleden sonra korkularımızın yersiz olmadığını gördük. Daha röportaja başlamadan kızmaya başlamıştı: “Bırakın şu Hakan bey muhabbetini.” Bu dakikadan sonra röportaj ‘bey’li kelimelerden arındırılarak ilerledi. Şaka bir yana, Hakan Gülseven çok keyifli biri. Çok asabi ama aynı derecede de espriyi seven ve en ağır politik mevzuları bile esprili bir dille anlatmayı becerebilen biri. Gazeteciliğe nasıl başladınız?Gazeteciliğe çok tesadüfi başladım. ODTÜ’den mezun olmama bir ay kala, 95’te iki ayrı atılma cezası aldım. Meşur Gorbaçov olayları vardı. Onun öncesinde de zaten 3,5 sene uzaklaştırma cezası almıştım. Son dönemki soruşturmaları ve cezaları bilmiyorum ama bu alanda rekor bende olabilir. Benim için biraz zor bir dönem başlamıştı. Siyasetle ilgileniyordum fakat bir yandan da hayatımı kazanmak zorundaydım. Çok tesadüfi bir şekilde birisiyle tanışarak. Radikal’de ekonomi servisinde işe başladım. Süreç içerisinde Radikal Cumartesi’ye geçtim, sonra da ayrıldım. Neden ayrıldınız?Büyük patron basını içerisinde kendinizi ifade edebilme kanalları oldukça sınırlı. Orda espirili yazılar yazarak, bir şeylere dokundurarak sınırları zorlamaya çalışıyorduk. Başka şeyler yapmak istiyordum. Radikal’den ayrılıp RED’i çıkarttık. Kısa bir hazırlık dönemi oldu. RED dergisinde yazan arkadaşların bir kısmı Radikal’de bana mesaj atan okur arkadaşlarım. Onlarla tanıştık ve dergi çıkardık. RED’de de mümkün mertebe bize mesaj atan, yazılar gönderen arkadaşların yazılarını yayınlamaya çalışıyoruz.Radikal’den ayrılmayabilirdim, bunun tek koşulu vardı; orda sendikalaşmayı becerebilmemiz. 1000’e yakın çalışanı olan binada toplu sözleşme yapmak için yeterli sayıya ulaşamadık. Basındaki çoğu insan haysiyetini kaybetmiş. Mesela bizim örgütlüyebildiklerimizin önemli bir kısmı teknik personeldi. Bu teknik personel içersinde Türk-İslam ideolojisinden fazlaca etkilenmiş arkadaşlar bile vardı. Kendisini solcu olarak tanımlayan muhabir, editör gibi işin yazılı çizili kısmında çalışan arkadaşlar arasında örgütlenmede çok ciddi bir problem yaşadık. Çok düşük maaş alan hatta teknik personeldekilerin yarısı kadar maaş alan “solcu” muhabir arkadaşlar, iş sendikaya üye olmaya gelince geri durdular. Bunun altında yatan çok önemli bir şey var. Basında hiç hak etmediği halde şişirilen, yıldızlaştırılan insanlar var. Basında ne kadar boş işlerle uğraşırsan, ne kadar seksle uğraşırsan, Ayşe Arman gibi yazılar yazarsan, o kadar önün açılıyor. Herkesin içinde gizli bir Ayşe Arman’lık var. Sendikal mücadelenin içinde yer almayan “solcu” arkadaşların, yarın öbür gün patron basınının yıldızları olma isteği içinde oldukları fikrindeyim. Sendikaya üye olmayarak, geleceklerine yatırım yapıyorlar. Teknik personelin ise yükseleceği bir yer yok. Sendikalaşmayı neredeyse imkansız hale getiren temel motivasyon ilerde bir Ayşe Arman olma isteğidir, ya da ona benzer bir boyalı basın yıldızı olmak. Peki Ayşe Arman’dan başka ‘şişirildiğini’ düşündüğünüz kimler var ?Köşe yazılarına bakın görürsünüz. İsmini hatırlamıyorum şimdi Akşam’da bir kız var; geçen gün, uçakta sevişme isteğiyle ilgili bir yazı yazmış. Yazısında şöyle diyor “Erkekler uçakta sevişmek isterken, kadınlar trende sevişmeyi daha çok arzuluyor”. Ayşe Arman’ın bir yazısı mesela “Bana çirkin diyenler oldu, kompleks yaptım Dubai’ye dönüyorum. Onun için manken gibi pozlar verdim.” Şimdi bunlar gazeteci olabilir mi? Haber alma hakkını savunabilirler mi? Bunlar gibi istediğin kadar “yazar” söyleyeyim sana. Pis medya dedikoduları yazarak yer kapıyorlar. Herkese küfrederek, bu toplumun bugüne kadar getirdiği bütün değerlere küfrederek yazar olanlar var. Hıncal Uluç her gün “yedim, yaladım, yuttum” yazıları yazıyor. Sürekli bir yerlere davet ediliyor, avanta gezilere gidiyor. Oralarda yiyor, içiyor, ona yedirenleri ve içirenleri ondan sonra kendi köşesinde cilalıyor. Böyle bir ortamda işçi haberi haber değeri taşımaz. Bugünkü basında, direnişteki işçilerin değeri yoktur fakat Ayşe Arman’ın nasıl seviştiğinin bir haber değeri vardır. Bugünkü basın şerefsizleşmiştir, haysiyetsizleşmiştir. Basın şerefsizleşmiştir, haysiyetsizleşmiştir, köpekleşmiştir derken altta çalışan insanları kastetmiyorum. Ama bütün üst düzey yöneticiler bu çarkın içerisindedirler. Basın kitleleri aptallaştırmanın bir aracı oldu. Mesela Posta gazetesi bir fallar hurafeler yayma merakı içinde. Halkın içine düşmüş olduğu derin bunalımı başka kanallara sevk etmeye çalışıyorlar. Sevgi, aşk arayışları, cinsellik arayışları, oralardaki o pespaye adamlar tarafından o adamların pespaye anlayışlarına sıkıştırılıyor. Bir sürü gerizekalı “astrolog”u toplayıp onlara yazı dizileri yazdırıyorlar. Özal devri dediğimiz bir devir var mesela. Özal devrinin başlangıcıyla bugünü karşılaştırdığımızda, 20 sene önce karısını satan adama bu memlekette hakikaten çok az rastlanırdı. Matematiksel olarak ihmal edilebilir bir rakamdı. Ama şimdi bunlar her gün gördüğümüz haberler halini aldı. Ahlaki bir çöküntü var. Bunu da besleyen 20-25 senelik bir neo-liberal politikalar silsilesi... Neticesinde gidişat ciddi bir ahlaki çöküntüye yol açtı. Her yolu mubah sayma işlemi, patron basınınca alttan alta işlenen bir olgu. RED bunlara alternatif olarak mı çıktı? RED 6-7 bin satarak bu düzenin değiştirilmesini sağlıyamaz. Ama en azından siyasi gerçeklikleri göstererek, gerçeklerin üzerine örtülmüş o yalan perdesini ufak da olsa bazı yerlerde aralayarak bir katkıda bulunmak istiyoruz. Bizi motive eden şey bu dayatılanlara itiraz etmek. İnce taktiklerle sol görünüp patron basını içerisinde de “haddini bilerek” kendi önümü açmaya çalışabilirdim ve güzel paralar da kazanabilirdim. Bu çarka çomak sokmak bizi motive eden şeydir. Düzenin karşısına dikilip, bir tankın karşına dikilen adam gibi bu cüreti göterebilmek insan olduğumuzu hatırlatan şeydir. Bu düzenin karşına dikilip ‘ulan ben sana kafa tutuyorum’ demek belki de o tankın altında kalmaktır. Onur, haysiyet, şeref, gibi kavramlar bir aydının sahip olması gereken şeylerin başında gelir. Türkiye de gerçek aydın sayısı çok az. Eğer Türkiye’de aydınım diye ortada dolaşan ve işi sadece ayda bilmem kaç tane metin üretip, onun altına imza atmak olan bu aydın kitlesi gerçekten aydın olsaydı, bu memleketin hali böyle olmazdı. Haksızlığın karşısına dikileceksin. Düzenle çatışmayan, kavga etmeyen, düzenle ciddi problemler yaşamayan hiçkimse aydın felan değildir. At iziyle it izide birbirne karıştı. Bir sol sosyete oluştu. Kendisine aydın, solcu, sosyalist diyerek piyasada boy gösteren adamlar, AB’ye proje sunup, paralarını alarak yaşamlarını idame ettiriyorlar. Yaşamlarını idame ettirmek de değil, binlerce dolar kazanıyorlar. Solculuk ile “fonculuk” birbirine karıştı. AB gibi emperyalist bir oluşuma göbekten bağlı bir aydın “sol sosyete” grubu var. Bunlar, bu toprakların işçileri ve emekçileri açısından yararlı hiçbir şey yapamazlar. Bunların temel meselesi “demokrasi”dir. Demokrasinin sınıfsal içeriğini kaldırmışlardır. Bu nedenle Avrupa’nın demokrasi getireceği yanılsaması içerisindedirler, ya da bu yanılsamayı yaymaya çalışıyorlar. Ayrıca rapor yazma diye bir şey var şimdilerde. Bütün emperyalist kuruluşlar profesörlerden hocalardan raporlar istiyor. Binlerce dolar alarak kurdukları araştırma şirketleri aracılığıyla raporlar gönderiliyor. Bunun adı aslında ajanlıktır. Aydını bu olan bir memleket ciddi bir problem içerisindedir. Biz bu aydın anlayışından ciddi bir kopuş gerçekleştirmeliyiz. Biz işçilerin emekçilerin aydınları olmak zorundayız. Yoksul, ezilen ve sefalete terk edilen insanların aydınları olmalıyız. Kapkaçcılık yapmak, fahişelik yapmak zorunda bırakılan insanların aydınları olmak durumundayız. Bu çok zor bir iş. Bahsettiğiniz aydınlar bu tip insanlara safra olarak bakıyor...Tuzukuru bütün kesimler bunlara safra diye bakıyor. Özel güvenlikçi sayısının polis sayısını gçtiği bir ülkede yaşıyoruz. Giderek şehirden kendini yalıtan beyaz Türk sınıfı var. Bu ülkeyi bu tuzukurular yönetiyor. Demokrasi onların demokrasisidir. Orta sınıfın üst tabakaları, giderek kendilerini kentlerden yalıtan, güvenlikli yerlerde yaşayan, kapılarına bekçiler diker hale geldiler. Bu memlekette 3 binin üzerinde köy yakıldı. Sen bunları yerinden yurdundan toprağından ettin. Bunlara kentlere göç etmekten başka alternatif bırakmadın. Buraya geldikten sonrada iş imkanı vermedin. Sonra bu insanlar aç kalmaya başlayınca da, “Vay efendim can güvenliğimiz yok, polisiye tedbir...” Hiçbir polisiye tedbir aç insanları durduramaz. Bu adamlar analarının karnında Rakel’in dediği gibi katil, hırsız doğmadı. Genetik olarak bir fenalık varsa bunun toplumda 25 sene evvel de olması lazımdı. 25 sene evvel bir tane kapkaç vakası yoktu. Toplumun safraları burjuvalardır, patronlardır. Hiçbir şey üretmeyen sadece tüketen hem de hayvanlar gibi tüketen, tüketmekten geberecek hale gelen bir patronlar sınıfı var. Bunlar toplumun safralarıdır. Toplumun safraları partonlar ve onların borazanlarıdır. Patronların borazanları da ayda 40-50 bin dolar maaş alan ve patronun çıkarına gazetecilik mesleğini kullananlardır. Sahibinin sesidir hepsi. Sizin ve RED’in üslubunu çok sert bulanlar var ...Bizi basit bulanlar da var. Geçen eski bir arkadaşıma rastladım. “Solcu”. “Kullandığınız dil çok basit” felan diyor. Zaten sana çıkarmıyorum ki bu dergiyi dedim. Genç insanların, liberal zırvalıkları savunan adamlara ‘bak işte adam burda yazmış’ diyebilsin diye çıkarıyoruz bu dergiyi. Onun anlayacağı dilden. Anlaşılmamak gibi bir problemimiz var bizim aslında. Sol söylemini kaybetti çünkü. Solun jargonuyla sokak arasında bir benzerlik ve bağlantı kalmadı. Meramımızı anlatmak için insanların günlük konuştukları dilden onları yakalamaya çalışıyoruz. Bu dili bilinçli tercih ediyoruz yani. “Bunlar puşttur, göttür” demek zorundayız. Can Yücel neden bu kadar sevildi, göte göt dedi de ondan. İşçilere, emekçilere topluca patronlara karşı küfür ettirmeye başlayabiliyorsak, benim için en büyük sevinç budur. Çünkü bunu yapamadıkları için Ogün Samastlar tutup faşistlerin peşine takılıyor. Bu düzene küfür etmesi gerekirken, o gidiyor bu çarkın böyle olmasında en az vebali olan adamın peşine düşüyor, ona küfür ediyor. Nüfusu 60 bin kalmış Ermenilere küfür ediyor. Bu ülkeyi bu hale Ermeniler mi getirdi? Seni işsiz bırakan Hrant Dink miydi? Senin sefil olmanı sağlayan Hrant Dink miydi? Doğru adrese küfür etmesini sağlamak lazım insaların. Yazılarınızdan anladığımız kadarıyla Elif Şafak’tan da pek hazzetmiyorsunuz....Bunlar yabancı tiribünlere oynayan deplasman aydınları. Meramını burada anlatmaya çalışmıyor. Kaderini burdaki işçilerin emekçilerin yaşamıyla birleştirmiyor bu insanlar. Bunlar kişisel şan şöhret para peşinde. 301 davasını halkla ilişkiler şirketi aracılığıyla pazarladı. Kaderini bu toprakların emekçileriyle birleştirmemiş herkesle sorunumuz var bizim. Çünkü o zaman sen başka bir şeye oynuyorsun demektir. Şu 301 meselesine de bir gelelim istiyorum, onu da konuşalım. Neden Türklüğe hakaret etmeyi meşrulaştıralım? Kendisini Türk olarak gören adamın Türklüğüne neden hakaret edilsin? Bunu söyleyelim ama bunun yanında, Ermeniliğe, Kürtlüğe hakaretin de suç olmasını sağlayacak bir madde olması lazım. Bugün herkes bir başkasına rahatça “Ermeni dölü” diyebiliyor, Kürtlere alabildiğine küfür eden bir sürü insan var. Bunlar rahatça hakaret edecek, Türklüğe gelince de kötü olacak. Buradaki ikiyüzlülüğü teşhir etmemiz lazım. Biz Türklüğe hakaret etmeyi savunamayız. Fakat 301. madde, futbol tabiriyle tam bir eyyamcılık maddesidir. İşine geldiği gibi, işine geleni yargılar, işine gelmeyeni de yargılamazsın; bunun adı eyyamcılıktır. O zaman bu maddeyi çöpe atmak zorundayız, halkaların kardeşliğini vurgulayan, birbirine saygısını vurgulayan bir şey bulmak zorundayız. Ama bunu bu düzen yapamaz. Bu düzen zaten halkların, mezheplerin, takımların birbirine düşmanlığı üzerine kurulmuş bir yapıdır. ‘Kodu mu oturtan dergi ‘ olayınız var bir de...Erman Toroğlu bir programda dedi ya “Ben kodu mu oturtan bir Genelkurmay başkanı istiyorum” diye. Zaten Genelkurmay kodu mu oturtuyor herkese. Biraz da şu halk, habire kıç üstü oturtulan emekçiler kodu mu oturtsun misali... Patronlar koyuyor oturuyoruz, Genelkurmay koyuyor oturuyoruz, Allahçılar geliyor koyuyor oturuyoruz, tarikatlar koyuyor oturuyoruz, ırkçılar faşistler koyuyor oturuyoruz... Hep biz oturuyoruz kıç üstü. Kodu derken erkek egemen bir şeyden bahsetmiyorum, yumruğu kodu mu oturtandır aslında. Bir kere de şu emekçiler kalksın, şu yumruğu koysun da bakalım kimler oturacak diye attık bu lafı. Kodu mu oturtan yazılarınıza tepki aldınız mı ? Küfür eden çok olmuyor ya. Beni seviyorlar abicim. Ben aslında bu kadar sevimli bir adam değilim. Herkesle anlaşamam. Sert bulan da oluyor. Onları da ne yapalım yani. Ama asolan inandığını yazmaktır.Okuyucusunu yazar yapan pek fazla basın kurumu yok... RED’in etrafında bir hareket doğsun istiyoruz. Bu laflara sahip çıkan birileri olsun istiyoruz. Bizimle temas kursunlar. Yani yayılsın RED’in söylemi. Çünkü bu ticari bir proje değil, buradan kimsenin kazancı yok; ben de dahil buna. İlerde para kazanırsa da bunu yine kamu yararına kullanmak niyetindeyiz. Bu RED dergisi hep böyle gidecek yani. Buna sahip çıkan bir topluluk olsun istiyoruz. Millet çeteleşeceğine RED’ci olsun.RED ismi nerden geldi?Bir kere bize dayatılanı reddedeceğiz, derdimiz o. Başka bir şeyi kurmak için mevcudu reddetmek lazım. Önce bir reddedeceklerimizi koyalım. Reddettikten sonra da ne kuracağımızı tartışacağız. Bu toplumun bütün burjuva kurumlarıyla yerle bir edilmesi gerektiğini, yerine emekçilerin kontrolünde olan adil ve eşitlikçi bir toplum kurulması gerektiğini savunuyoruz. 1848 senesinde adamlar yazmış, “Başkalarını sömürme şansı olmayan tek sınıf işçi sınıfıdır” diye. Bu kadar basit. Üretenler bu toplumu yönetmelidir. Biz böyle sosyalizm felan diyoruz diye gülenler olabilir. Göreceğiz bakalım, dünyada yine bir sosyalist yükseliş geliyor. Bunu görmemek için ahmak olmak lazım. Artık insanların burasına kadar geldi. ***Hakan GülsevenHakan Gülseven Barbie operasyonu ile ilgili Radikal’de yazdığı yazının ardından, sabah kalktığında elektronik postasında bir ileti görür. İleti Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’ndan gelmiştir. Yazıcıoğlu, Gülseven’in yazısını beğendiğini ve bu alanda fikirlerinden yararlanmak istediklerini söyler. Gülseven’in yanıtı nettir: “Benim fikirlerim sizi bozar.” Gülseven, bir süre önce Radikal’den ayrıldı. Şimdi RED dergisinin yazı işleri müdürü

Hiç yorum yok: