24 Aralık 2011

Acı!

Şimdi ben öyle "her son, yeni bir başlangıçtır" kafasında bir insan değilim lakin Mevlana çok acayip bir söz söylemiş bu hususta onu yazacağım. Ama sonra. Unutmayayım diye belirttim.

Ben acı çekmeyi kutsayan biri olarak; acı çekmenin insanları ehlileştirdiğini, olgunlaştırdığını ve doğruya yönlendirdiğini düşünüyorum. Acı çekmeyenlerin çürüdüğünü, basitleştiğini ve normal insana göre daha fazla hatalar yaparak hayatını devam ettireceğini de...

Ama burdan kastım, acı çekerek, çevreden saygı dilenen; kendi acısından bile rant kazanmaya çalışan bitikler değil. Ahh canııımmm denilen bir acı çekene saygı duymuyorum kısacası. Acı, tek kişiliktir. Kimsenin anlamasına ve hatta bilmesine gerek yoktur. Bilenlerin ya da duyanların üstten yaptıkları yorumlar(sözde kendini sizin yerinize koyarak) da can sıkıcıdır.

Ve bence bu tek kişilik acı, çekilmesi gerekendir. Olmadığı takdirde, uyuşmaya yol açar ve bundan sonra yaşanan sadece acı değil diğer bütün hisler de gerçekliğini yitirir. İstenilen bu mudur? Elbette. Böyle insanlar çok mudur? Şüphesiz... Acısıyla acınacak duruma düşmek isteyen veya acı çekmemek için yaşayan... İşte bu insanlar; benden uzak olsunlar. Ben farkedemiyorsam da söyleyin, ben böyleyim diyim ve gidin! Tamam?

Ne kadar hissedersen, o kadardır! Kıyaslama hadisesi var bir de. Ne acılar var? Evet var da ne aşklar, ne sevdalar, ne sevişmeler, ne gülüşmeler, ne espriler, ne huzur dolu anlar falan da var! Hiçbir şey hissetmeyelim o zaman. Kendi olumlu hissini, dünyanın en önemli hissi gibi satıp, olumluyorsun da benim acımı niye diğerleriyle kıyaslayıp, gerçekçi bulmuyorsun şebelek?

Sinirlendim. Neyse efendim. Yorum yapılmasın. Acılar da anlatılmasın. Zaten sen acını anlatırsın, gider o anlattığın başkasına anlatır. Acın katlanır. Acıyan çoğalır. Hayır, sen sallamazsın da o seni, sözde çok salladığı için yorar da yorar, sıkar da sıkar... Canım benim ya ne kadar da iyi niyetli!

Ama o senin arkadaşın! Ya ben arkadaş da istemiyorum, anlaşalım! Benim arkadaşım olmasın. Benim de arkadaşım olmasın yahu. Sen git arkadaşlarınla hoş beş yap. Ben benle kalayım, olmaz mı?

Aşağıla, hor gör, ez, büz, acı ne bok yersen ye! Ama sen bu hissiyatları benle paylaştığında ben "aa dur lan ben kötü durumdayım, buradan çıkmam lazım" demiyorum ki. Kötü hissediyorsam kötü durumda olurum. İnsan böyle bir varlık. İnsanlığını unuttuğun için sen kötü hisset asıl kendini, pislik!

Sinirimin önüne geçemiyorum... Niye acaba? Neyse...

Acı çekmediği halde, acı çekiyormuş gibi davranan canlar... Siz de bambaşkasınız. En fenasısınız. Hiçbir şey tarafından terkedilmek istemiyorsunuz. Acınız gerçek olacak diye korkuyorsunuz... Korkmayın, acımayacak...

Ne dicektim ben? Mevlana'ya girmeden önce başka bir şey diyecektim...

Neyse işte... Son, sondur. Son diyebiliyorsan bir şeye öncesi senin için değerlidir. Değerliyse, o son senin canını acıtmalıdır. Hayır canın acımıyorsa; evveliyatını nereye attın? Evveliyat mı? Uuu beybi!

Geçiyorum Mevlana'ya. Öyle tasavvufa falan merak saldığım yok. Şu sıra bir şeye merak salacak kadar param yok. Canım kapitalizm... Bir arkadaştan duydum. Demiş ki Mevlana; bebek, anne karnında da 9 ay canlı bir halde duruyor. Sen onun anne rahminden çıkmasıyla birlikte yeni bir hayata başladığını düşünüyorsun. Oysa onun anne karnındaki hayatı son buluyor...

Anladınız mı bebekler doğarken niye ağlıyor?

Eyyorlamam bu kadar, hadi hayırlı işler!

Acı çekmek özgürlükse; özgürüz ikimiz de! "Yangın Var" filmiyle, tekrar gündemimde... Hoş film...

Bu saçma yazıdan dolayı, acımayın bana tamam? Seviyorum sizi... Kaç kişisiniz lan siz acaba? 2 garanti de her neyse. Sonuçta sevgili insanlarsınız, canlarım... Görüşelim bir ara... 


20 Aralık 2011

Katil!

Alan ile hacim arasındaki fark bir boyut kadar ya hani! İşte aslında hacim daha büyük ya hesapta. m kare, m küp işte... Öyle düşün. I ıh öyle değil. Ben bu akşam buldum. Alan olarak çok yer kaplayan bazı şeyleri üst üste koyup, bir kutuya ya da çöp tenekesine ya da dolabın içine ya da cebe doldurduğunuzda anlıyorsunuz ki aslında o hacimdeki bir şey, o kadar alan kaplamıyor. Anlamadı kimse... Diyorum ki yani, alan mühim değil! Hacmi mühim... Hacmi de küçültmek, kaldırmakla başlıyor. Kaldır, yok et, üst üste koy görünmez bir yere at... Tamamdır...

Consume, obey, die! Haydi hemen kay!

Çorap reklamı çok erotik olmuş. Gerek yok. Tamam yani kadın bacağı güzel bir uzuv da o kadar güzel kadının, o kadar güzel bacağını görünce insan aklın tellerini yitirdiği için; gerekli etkiyi yapmıyor. Kız arkadaşa git bir çorap giy gel demek de mantıklı değil. Çünkü erkek, kız arkadaşının hiçbir şey giymemesini ister kendi yanında...

Donun bende! diyordu bir filmde kötü karakterlerden biri, tuzağına düşürdüğü kıza. Tehdite bak! Çok etkili...

Müzik dünyası hep bir fenomen pompalıyor ya çok hoş. Bir ara Cem Adrian'dı. Sevmeyen yoktu. Şimdi de Halil Sezai var. Normalde Sezai isimli ya da soyisimli bir insanla alay edersin. Ama bu Sezai'yle hem de Halil Sezai'yle edemezsin! Gözyaşlarıyla boğar hayranları...

Twitter'da beni Eva Maya takip etmeye başladı. Neyimi takip ettiğini bilmiyorum? Benim onu takip etmem lazım normal şartlarda...

Şirin mi Sedef mi derseniz Sedef ile ömür geçer ama Şirin ile birkaç günüm geçmeden değil derim... Leyla ile Mecnun!

Behzat Ç. kadar içsem bırak katili bulmayı, kendimi bulamam. Orası biraz fazla inandırıcılıktan uzak. Adam kahvaltıda bira içiyor, merkezde votka, dışarda kanyak, akşama rakı, gece yatmadan önce bira cila yapıyor. Hayır yani karıştırmasa tamam da karıştırıyor. Anti-depresan hapları da çakıyor. Ben o kadar içsem ya cinayet olurum ya katil!

Öldürmeyen katiller de candır. Hayat onlara şans vermiştir, onlar da öldürmüştür. Herkes öldürmek ister! Birileri öldürür. Birileri de bin defa ölüp de dirilememekmiş diye şarkı söyler...

Kan mı aksın, yaş mı? Kan aksın tabii ki...Acıyı hissetmek önemli. Uyuşunca olmuyor... Karanlıklaşıyor...

Yılbaşının sonrasına iki tane final koyan İ.Ü.'nün güzel idarecileri. Çok iyi düşünmüşsünüz...

Montumun iç cebine, ablamın hediyesi mataramı yerleştirip, sahil boyu yürümeyi başardım nihayet. Hoş mataranın içi çok dolu değildi ama o da olacak...

En güzeli sabah kalkar kalkmaz, camı acıp sigara içmek. O ağız nasıl pis oluyor öyle geceden de kalma... Sonra bir fırçalıyorsun dişleri... O ferahlık da normal bir ferahlık değil, benden söylemesi...

Bir sürü posteri söküp attım. Şimdi duvarda saçma bir boya ve bir o kadar gereksiz el izi ve çeşitli izler. Cumartesi boyayınca çok değişik bir dünyaya başlayacağımı zannediyorum ama göreceğiz...

Her şeyin ilacı doğada...

Hadi gittim...



14 Aralık 2011

Atıf

Bu şarkıyı hep sevdiydim de sözleri de bir hayatı anlatır cinstenmiş. Sözlerin dediği ile şarkının yazılıyor olması çelişse de hayatın bu çelişki üzerinde devam etmesiymiş mesele de... Ehheh! Hade len! Biramı verin, sigaramı yakın, dağılın...

İzleyin ve dinleyin aşağıyı...


Sözleri de ekleyelim, zaten sözlerine atıf yapmıştık. Atıf ne be? Atıf, gel oğlum! Aaaatıf diye okumak lazım...

"Because Of You"


I will not make the same mistakes that you did
I will not let myself
Cause my heart so much misery
I will not break the way you did,
You fell so hard
I've learned the hard way
To never let it get that far

Because of you
I never stray too far from the sidewalk
Because of you
I learned to play on the safe side so I don't get hurt
Because of you
I find it hard to trust not only me, but everyone around me
Because of you
I am afraid

I lose my way
And it's not too long before you point it out
I cannot cry
Because I know that's weakness in your eyes
I'm forced to fake
A smile, a laugh everyday of my life
My heart can't possibly break
When it wasn't even whole to start with

Because of you
I never stray too far from the sidewalk
Because of you
I learned to play on the safe side so I don't get hurt
Because of you
I find it hard to trust not only me, but everyone around me
Because of you
I am afraid

I watched you die
I heard you cry every night in your sleep
I was so young
You should have known better than to lean on me
You never thought of anyone else
You just saw your pain
And now I cry in the middle of the night
For the same damn thing

Because of you
I never stray too far from the sidewalk
Because of you
I learned to play on the safe side so I don't get hurt
Because of you
I try my hardest just to forget everything
Because of you
I don't know how to let anyone else in
Because of you
I'm ashamed of my life because it's empty
Because of you
I am afraid

Because of you
Because of you

08 Aralık 2011

El Fatiha!

Bir basketbol blogu da kurunca işler zorlaştı ve buraya yazmaya vakit kalmadı. Üstüne 10 gündür geçmeyen bir hastalık da vuku buldu, hiç hal kalmadı. Şimdi buradan beni takip eden birlerce(rakamla 1) arkadaşımı(sanıyorum 2 kişisiniz, siz de bazen bakıyorsunuz...) selamlayarak bir şeyler yazmaya devam edelim.

Bu arada, siz o 2 kişi, ismi S ile başlayan iki insan, siz de gelen maillerden takip ediyorsunuz biliyorum ve son dönemde burada yayınlanan yazıları bir anlamsız buluyorsunuz. Uyandırayım sizi, video falan koyuyoruz son dönemde, onlar öyle mailde görükmüyor. Bloga girin, okuyun, videoları da izleyin... Kötü şeyler koymuyoruz... Hayret bi şey!

Sosyal medya çok acayipmiş. Sosya olmayan medya nasıl oluyor acaba? Tv mesela, kendi kendine mi açılıp kapanıyor. Kimse izlemiyor falan. Düşünsene tv kendi kendine takılıyor evde. Evden çıkmıyor. Açıyor birasını içiyor falan. Dertli böyle. Yazık televizyona...

Kapitalizmin yarattığı sosyallik de güzel... İnsan olacaksan, sosyal olacaksın. Sosyal olacaksan, para harcayacaksın. Para harcayaksan, mutlaka ki kendini eğlendireceksin. Kendini eğlendireceksen, mutlaka ki gece hayatın olacak. Gece hayatın olunca, özgürsün. E özgürsen, cinsellik olacak. Sevişeceksin ki, sosyal olacaksın. Bu döngüde geçecek işte hayat... Kendinle kalmayacaksın! Öyle zamanlar için twitter var, msn var, facebook var, goggle + var. Sen kimsin lan? Tek başına olmaz... O tek kaldığın zamanlarda sana kalan sanal dünyayı da tekrar sosyal olmak ve gerisi için kullanacaksın. Aksi türlü kullanırsan; "bütün gün bilgisayarın başında bik bik!" ile başlayan eleştiriler alırsın...

Şimdi hal böyle olunca, yalnızlık da sosyallik de sanal bir ortama bürününce; hani diyorlar ya "üzülmeye değmez" ya da çağımızın hastalığı "mutlu olamıyorum!" üzerine dönüyor insan hayatı. E normal! Mutlu olmak nihai hedef, aradaki yollarda da üzülmeye değmeyecek şeyler yaşamak lazım...

Herkes böyle yaşıyorken de senin üzüntülerin gerçek olsa da; aptallık mertebesine ulaşıyor ki aman aman. Sen de burada yaşıyorsun ve "aptal görünmek" istemiyorsun. Diyorsun ki "yok yok ben üzülmüyorum" İyi de arkadaşım neden o kadar içiyorsun? Bkz. yukarıda yazdık...

Biraz zaman geçince hayatı böyle kurabiliyorsun bir de. Üzülmüyorsun cidden. Uyuşuyorsun... Etrafta ruhu kalmamış onlarca cisim, sen de onlardan birisin... Ben de... Ruhumuza el fatiha!


29 Kasım 2011

Gitmek İstersen

Bu dizi başka dizi... Bu kafa başka kafa... İzleyelim... Dinleyelim...




Dinlediğiniz şeyin sözleri:


Gitmek istersen yol senin 
Kalırsan eğer buram senin. 
İçimde bir sıkıntı var 
Derdim büyük ama bilirim ki. 
Kimi beklersen onu ararsın. 
Kimi istersen onu bulursun yanında... 


Sormam gidersen evindesin... 
İçimdeki yerindesin. 
Gideceksen gideseksin. 
Derdim büyük ama bilirim ki. 
Kimi istersen onu bulursun. 
Kimi seçersen onu yaşarsın. 


Kimi beklersen onu ararsın.
 Kimi istersen onu bulursun yanında...

20 Kasım 2011

Olmak!

Bir şey olmak çok kolay değil mi ya? Ne istersen olursun aslında... ....istim dersem, kim bana değilsin diyebilir ki? Hayatını bu ....ist oldum üzerinden tanımlarsın bir de, ohhh! Hem kendine karşı sorumluluklarını bir nebze yerine getirmiş olursun, hem de görüntüyü kurtarırsın...

Arada sırada bir şeyler üret, bazı vecibeleri yerine getir... Tamam yani... Temeli kaptın mı tamamdır. Vakti geldiğinde gelişen olayları, o temel üzerinden değerlendirirsin, iki de afili laf çakarsın olur biter... Bir şey olmak kadar kolayı ve güzeli yok... Saygınlık getirir, sevgi getirir... Anlayış getirir...

Şimdi ben bir şey konuşsam hükmü yok! Sen kimsin? diye sorarlar adama... Kimliğini oturtamamışsın sen daha, ne olduğun belli değil bre öküz, ne diye benle tartışırsın der... ....ist olamamışsan, hiçbir şey olamamışsındır... Kimse seni tanımaya bile kalkmaz. Ama tanımaya değer olmayan adam, ....ist olmuşsa, sadece ....ist olduğu için kendisine saygı gösteren çokça .....ist bulabilir.

Çakarsın iki sembol görünür yerlere, okursun iki önemli kitap, iki de fikir söylersin eş dost muhabbetinde, birkaç önemli günde de meydanda görünürsen tamamdır... Bütün bunları yapıp da kendine ....ist demezsen olmaz ama. Yine biter olayın... ....ist olacaksın arkadaş.

...ist olamazsan suçlanırsın bir de. Derler ki herkes elini taşın altına sokmalı... Gerçekten elini, altına soktuğu bir taş varmış gibi... Derler ki bu eylemsizlik, pasiflik seni çürütür... Sanki çürümenin kitabını yazmamışlar gibi... Derler ki beklemekle olmaz, üretmen gerek. Sanki ürettikleri bir şey varmış veya o ürettikleri şey "ileri" bir şeymiş gibi...

1-0 geridesin ....ist değilsen. Bildiklerinin değeri ve miktarının önemi yoktur. Bildiklerini ....ist felsefede yorumlamaktır mesele. ....ist felsefede yorumlaman da yetmez, bunu diğer ....istlerle paylaşman gerek. Ama öyle tüm ....istlerle değil. Ortamın kabul gördüğü ....istlerle.

İlgi çekmek için ....ist olacaksın. ....ist olmayan adamı ne yapsınlar? ....ist'in yanına ....ist yaraşır. Benzer ....istler. Sen nesin? Hiç... Senin yanına da hiçlik yaraşır...

Hee olayım mı ben şimdi yarın bir ....ist. Olsam kim ne der? Bence olabilirim de yani iki zorlarsam... Olayım... Yanımda da ....istler olur. Türlü ilişkiler kurarım... Hayat gelir-geçer... ....ist olarak ölürsem, cenazem de fiyakalı olur hani...

....ist olmamak peki? Hiç düşündün mü? Kendini tanımlamak için ya da çevrede tanımlanmak için ya da saygı görmek için ya da sevilmek için ya da dinlenmek için ya da anlatmak için ya da sevmek için... ....ist olmasaydın bunların kaçı olurdu? Kaçını yapabilirdin?

Senin adın yok. Yerin yok. Söyleyeceğin şeyi yanındaki herkes tahmin ediyor. Söyleyeceğin şeyi yanındaki de söylüyor zaten. Senin cismin yok. Şeklin yok... Aslına bakarsan, senin ruhun da yok... "ist"in var... Her şeyin var! Gülsün yüzün...


17 Kasım 2011

Armut Kafalı At!

Melaba!

"Her yaşın ayrı bir güzelliği var" da ne abuk bir klişe! Ben hatırlıyorum şimdi eski yaşlarımı, bugün yapmayacağım her türlü saçmalığı yapmışım. İleride de bugünlerime bakıp böyle düşüneceğim muhtemelen. E şimdi madem olgunlaşıyoruz, geçmişin çirkin olduğunu söylemekte beis yok... ( Uuuuu beis!)

Biraz açalım. Ben şimdi sabaha karşı kalkar Oscar De La Hoya mıydı neydi onun boks maçını izlerdim. Oscar De La Hoya evime gelse kapıyı açmam şimdi. Ama sanki tek derdim oymuş gibi, çocukluğumu heba ettim. Nedeni çok açık? Veriyorlardı reklamları, e tabi biz de ergenliğe bile girememiş erkek çocukları olarak atlıyorduk. Ortada çok güçlü adamlar vardı ve hepimiz o adamlar gibi olacağımızdan emindik...

Sabah okulda konuşacaktık bu boks maçını. Herkes izleyecekti, ben nasıl izlemezdim? İzledim tabii. Şimdi deseler ki Oscar De La Hoya'nın maçını izlersen; seni dünyanın en güçlü erkeği yapacağız... Uyanıksam izlerim, saat kurup kalkmam...

Hani nerde o yaşın güzelliği? Bence çok çirkin... 2-3 sene evvel, okulu sallamayan bir insandım ben... Hayatımı yaşıyordum dışardan bakınca. Ne oldu? Okul uzadıkça uzadı. Olsun ya o yıllar da güzeldi diyebiliyor muyum? Yok... O yaşların da bir güzelliği yoktu yani...

En güzel yıllarımı hatırlıyorum... Anlatmayacağım... Zaten çok eski...

Olsun, bana seninle geçen, yıllarım yeter! şarkıya gel!

Okulda hiç arkadaşım yok, hepsi mezun oldu. 2-3 insan var selam verebildiğim. Ama arkadaşım değiller. Ama bir kız var... Sanırım arkadaşı yok onun da... Geçen sene sınavlarda önüme oturup, bana sınavla alakalı sorular soruyordu. Ya benim 6. senem, birine anlatabilecek kadar bilseydim, uzamazdı bu kadar diyordum. Hep aynı cevabı veriyordum...

Bugün yine bu kızla karşılaştım. Yine önüme oturdu. Sonra dedi ki "biz çok arkada kaldık, hocalar şimdi bizi öne almasın!" Dedim ki "hoca bu alabilir, önlerin de ortaları boş hani" hani falan demedim tabi. Bu anlama gelebilecek bir şeyler dedim. "Hadi kalk kalk biraz öne geçelim" dedi. Şimdi normal şartlarda "sen geç ya ben böyle iyiyim" demem lazım. Öne oturacak olsaydım, otururdum zaten dimi?

Yok işte. Bir kız, bir erkeğe ne istiyorsa yaptırabiliyor anam babam. Tamam geçelim dedim. Geçtik... Kızın adını bilmem, o da benim adımı bilmez. Ama aramızda bir bağ var. Sınavlarda arkalı önlü oturmayı seviyoruz. Kızın da saçları güzel hani. Böyle benim kağıdıma fışkırıyo bazen saçları oradan biliyorum. Böyle kızıl kızıl...

Ama kız at! Bildiğin at! Yani çok büyük! Tamam ben de geniş bir hacim kaplıyorum ama kız ne bileyim yani böyle bir büyük... Ben korkuyorum. Dönüyor arkasına o çakmak çakmak gözleriyle bir şeyler soruyor. Muhtemelen diğer insanların da beğenebileceği bir tip ama ben korkuyorum. Tırsıyorum arkasını döndüğünde...

Bakamıyorum çok fazla... Dövecek gibi geliyor... Allah sonumuzu hayır etsin... Şu vize dönemini sağ salim atlatıyım başka bir şey istemiyorum... Finallere kadar görmem zaten bir daha...

Otobüste iki dedenin kavgası arasında kaldım. Çok komikti. Anlatmayı deneyeyim... Zor olacak ama başlıyorum. Çok sıkışık bir araca bindik. Bu arada otobüsler çok dolu lan bu ara. Neden acaba? Neyse... Bir durakta baya bir yolcu indi. Biz de arkalara doğru ilerledik. Öndeki dede, ben ve arkamdakiler... Orta tarafta duran bir adam da hadi arkaya ilerleyin de gitsin otobüs, acelemiz var dedi... Acelen varsa, taksiye bin arkadaşım diyecek bir cengaver aradı gözlerim ama çıkmadı öyle biri.

Sonra bu orta yerlerde duran dede, talebini bir kez daha ve yüksek sesle tekrarladı. Benim önümdeki dede de bu herife ters ters baktı. Ne bakıyorsun dedi orta taraftaki dede. Önümdeki dede bir şey demedi. Orta taraftaki dede bir daha sordu ne bakıyorsun diye? Önümdeki dede de ne karışıyorsun sen, hem sen niye ilerlemiyorsun arkaya doğru o zaman diye sordu. Orta taraftaki dede de ben şimdi ineceğim heralde sen karışma dedi. Önümdeki dede de sus o zaman yürüyoruz işte dedi. Orta taraftaki dedi hadi konuşma dedi. Zaten canım burnumda dedi.

Önümdeki dede döndü, orta taraftaki dedeye baktı ve surata bak surata dedi... İşte fantastik boyut! Surata bak! nedir ya? Önümdeki dede, resmen fiziki bir özelliğini beğenmedi adamın ve bunu dile getirdi. Ne diyorsun sen be dedi. Surata bak öyle surat mı olur dedi önümdeki dede. Ben de başladım sırıtmaya. Tam da ikisinin arasında kaldım. Bir elimle önümdeki dedeyi, diğer elimle orta taraftaki dedeyi tutmaya başladım...

Sen kendi suratına bak lan moruk dedi orta taraftaki dede. Ben iyice gülüyordum artık. Sonra otobüse baktım, benimle birlikte sadece bir adam daha gülüyordu. Herkes çok ciddiye almıştı tartışmayı. Sonra önümdeki dede küfür ettirme şimdi bana dedi. Orta taraftaki dede de atarlandı iyice. Sonra önümdeki dedi siktir lan ordan dedi. Ama o kadar doğal dedi ki, küfür gibi değildi. Ne diyorsun sen be dedi orta taraftaki dede...

Ne diyorsun? soru cümlesi erkek kavgalarının, dövüşe dönüşme evresinden önce en çok sorulan soru cümlesidir. İlkinde ağzına vurmuyorum ama bir daha tekrarlarsan geliyor demir yumruk! demek aslında o soru. Çoğu zaman gelmez o demir yumruk ama meali budur...

Sonra orta taraftaki adam da bir şeyler dedi. Önümdeki dede hala surata takılmış bir vaziyette, sıçarım senin suratına dedi... Aha dedim. Sıçmak, sikmek... Dedeler çok pis dövüşecek! Sonra orta taraftaki dede zaten canım burnumda, sabahtan beri hastane hastane dolaşıyorum, canımı sıkma, senden çıkarmayayım dedi. Önümdeki dede, kafaya bak kafaya! Armut kafalı! dedi...

Sonra bir adam kalktı ve önümdeki dedeye yer verdi. İkisi de oldukları yerden bir süre daha söylendiler ve dövüşe dönüştürmeden bitirdiler kavgalarını. Yalnız ben önümdeki dedeye takıldım. Yol boyu güldüm. Adam, diğer adamın kafa şeklinden hiç hoşlanmamış ve içinden ne geliyorsa söylemişti. Kendi kafası da öyle çok matah bir kafa değil hani. 80 yaşındaki adamın kafası zaten çirkindir... Ama adam bunları düşünmeden, diğer adamın kafasına saydırdıkça saydırdı...

Çok fantastikti... Anlatamadım değil mi? Ama çok komikti... Hiçbir şey katmadım da gerçekten. İnsanlar böyle hikayeler yazarlar, anlatacak şeyleri olsun diye ama benim anlatmak gibi bir hevesim yoktur, bilirsiniz. O yüzden inanınız... Böyle fantastik bir dede kavgasına şahit oldum.

Hıh! Kafaya bak! Bu nedir ya?

Leyla İle Mecnun'dan Yavuz adlı karakterin söylediği şarkıyla bitirelim bu yazıyı da...


11 Kasım 2011

Bakanlar Kurulu

Bir şey duymuştum vakt-i zamanında. Vakt-i'yi de ne güzel yazdım ha! Şapkaların kaldırılmasına da kıl olmuştum. Çok afili bir şeydi. Neyse... İnsanların %15'lik kesimi çok zeki, %15'lik kesimi hiç zekiymiş. Geriye kalan %70 ise yöneticilerini yine bu %70'lik dilimden seçen insanlarmış. %15 hiç zeki olan kısım, yöneticilik becerilerine sahip değilmiş, %15'lik çok zeki kısım da bu işlerle uğraşmaya tenezzül etmiyorlarmış çünkü ortalama insan bunları anlamıyormuş...

Şimdi arkadaş! Ben eminim ki, şahsım bu %15'lik kısımlardan birine konuşlanmış... Bence yöneticilik becerisine erişecek bir zekaya sahip değilim ben ama bunu söylediğimde ters manyel yaptığımı(hanım koş! oğlan manyel dedi!) düşüneceksiniz; o yüzden bu kısmı uzatmayacağım... Ama bence ben yönetemem... Beni yönetecekleri de seçemediğimi tecrübe ettim şu kısa ömrümde...

Şimdi bana bi başbakanlık ya da ona eşdeğer bir makam ayarlayın... Benim aklımdan o kadar çok şey geçer ki karar alamam. Zaten ben hiç karar alamam... Alınan kararları uygularım... Neyse... Mesela bir karar alacak olsam; toplarım bakanları, ilgilileri, idarecileri... Şimdi demek lazım ya şu konuyla ilgili, şurda, şu vakit, şunu yapmak lazım diye... İşte bu bakanlar benim arkadaşlarım, akrabalarım falan olur muhtemelen. Yani etrafıma koyarım canlarımı. Niye koymayayım? Hepsi az biraz fakir zaten, nasiplensin yavrucaklar...

Şimdi öyle bir toplantıya içkisiz oturulmaz. Hele herkes içecekse rakı açılır en güzelinden... Peyniri, kavunu, boranisi, horoz fasülyesi derken masa donatılır... Sonra başlarız anlatmaya... Elbet, sohbet bir yerden sonra zekaların da gelişimiyle başka bir boyut alır ve sorgulamaya başlarız. İşte o kafaların şiştiği anda biri çıkıp der ki "hafız, bir müzik koyalım da öyle konuşalım." Aha! İşte bu noktada devlet duraklama devrine girer. Açarız hemen Zeki Müren'i...

Şimdi Zeki Müren iyi de; herkes de bi gönül acısı çekeceğindendir ki başlarız hüzünlenmeye. En hüzünlüsünden itibaren başlarız dertleri dinlemeye... Dalarız uzaklara... Makul miktarda rakı tükettikten sonra, illa ki boku çıkar ve o müzik İbrahim Tatlıses'e kadar gider. İbrahim Tatlıses şarkısı da masalara vurmadan eşlik edilecek şarkılar değildir hani... Artık hiç konuşma olmaz... Sadece şarkılara eşlik edilmeye başlanır. Dert anlatmak bile zordur... Devlet, gerileme dönemindedir...

Sonra, ne kadar içse de kendisini bozmayan bir abi çıkar masada. Ben olabilirim bu. Sonuçta başbakanım... Hüüoopp derim... Ne oluyor lan burada? derim... Dur allasen Berk, bi otur şuraya der masadan biri. Kesin der. Otururum. Karar alamadığımı söylemiştim...

Arkadaş bu ne hüzünmüş, iki komikli video açın da yutubdan kendimize gelelim der ortamın en dertsizi... Candır o. Belki de en dertlidir ama ortamın neşelisi olduğu için, bu durumdan çıkarma görevini üstlenir... Belki de istemsiz, belki de kendisinden istenenin bu olduğunu düşünerek...

O kafayla reddedemezsin... Öpseler, hissetmeyeceksin; komikli videoya mı hayır diyeceksin? Hakan Taşıyan'ın ağzından yemekleri düşürdüğü videoyla başlar dağılma dönemi... O gülerken ki suratlarımızı düşünemiyorum bakanlar kurulu! Ne de çirkiniz... İçimiz ya da kafamız güzel demeyin, ağzınızı kırarım... Çirkiniz işte... Ne olacak sonra? Sızıyoruz...

Devlet çöktü...

Atıyorum, o gece alacağımız bir kararla belli şeylerin önüne geçebilirdik ama nefsimize yenik düşerek memleketi bok ettik. E biz ne pislik insanlarız? Onursuz olmadığımız için mecbur istifa... E ne oldu? Yönetemedim... Oysa bir rakı açalım demesem ya da rakı açılmasına engel olsam, ki yetkilerim itibariyle bunu dersem uygulanır, bir adım daha ileri atabilirdik... Atamadık ve geriye düştük...

Sabah uyandık. Kim bilir hangimiz nerede? Pişmanlıklar, boşvermişlikler ya da iyi içtik ha! düşüncesi. Artık o geceyi kişisel olarak nasıl sonlardığınla alakalı hissedeceğin şeyler... Ama hayat aktı ve önlem alamadık. Sorunu çözemedik. Sorundan etkilenen insanları anlayamadık... Yani beceremedik...

Efkarlandık yine... Açtık bir rakı daha. Yaktık sigaraları... Arkada Zeki Müren! Ah bu şarkıların gözü kör olsun!

Not: Yazı tamamen ironiktir(Bey! bi bak hele! oğlan ironik dedi!) Ne anlayacağınız size kalmış... Eğer benim gerçekten böyle şeyler düşündüğümü ve yazıya döktüğümü düşünüyorsanız da Bakanlar Kurulu'nda size yer yok, kusura bakmayın... Son ironisini de yaptı!


06 Kasım 2011

Şiir Gibi

Üvercinka

Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da
Umudu kesmemeye
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kez daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil...

Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalsa seninle yatmak günah
Daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
Afrika dahil...

Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Birçok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil...

Birlikte mısralar düşürüyoruz 
Ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil...

Burada senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti 
O alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajı'nda akşam üstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
Afrika hariç değil...

Cemal Süreya


04 Kasım 2011

Vecihi / Gregor Samsa'dan...



vecihiler gülsün diye : )

orjinali de paylaşalım..





ve mutlu sonn : )))

02 Kasım 2011

Tuvalet Terliği

- Okan Bayülgen'in saç boyatması tamam ama böyle gölgeli gölgeli yapmasına da gerek yok... Tepeler daha açık, aşağılar siyah! Anlıyorum nedenini. Ferhat Güzel gibi, İbrahim Tatlıses gibi normalde erişilemeyecek bir siyahlıkta saçları olsun istemiyor ama böylesi de saçlarını sarıya boyamaya güveni yetmeyen, Cumhuriyetçi teyzelerin yaptırdığı saç gibi oluyor... Kadın olsa çok da çirkin olur o ayrı...

- 13 yaşındaki kıza tecavüz eden 20 küsür insanın, adli tıp raporuna göre suçlu bulunmamasından sonra; memlekette 13+ yaşında tecavüze uğrayacak her kız, erkek, kadın; deli numarası yapmalılar; kendilerine bunu yapanların ceza alması için... Kızın psikolojisi iyiymiş ve olayın farkındaymış ve kendisi istemiş ve psikolojik bir komplikasyon geçirmemiş... Vay anam! Kızın psikolojisi iyi diyenlerin psikolojisini geçelim de bu günden sonra özellikle kadınlarımızın psikolojilerinin çelik gibi olacağından şüphem yok... "Toplu taşımada o kadar tacize uğradın, tecavüzde mi psikolojin bozulacak" şeklinde bir iddiayla düşecek çok dava olacağını tahmin ediyorum... Abartma ve saçmalama demeyin... Bunları yapan ben değilim...

- Türkiye kadınların en rahat yaşadığı ülkeler sıralamasında 135 ülke arasından 122. olarak ilk 100'e girememiş... Hedef 2023'te ilk 100'e girmekmiş... 122 iyidir bence... 122'nin aşağısında yer alan ülkeleri merak edenler bakabilirler: http://reports.weforum.org/global-gender-gap-2011/

- Nagehan Alçı; Atatürk'e diktatör demiş, Che'ye yamyam demiş... Kocası Rasim Ozan Kütahyalı olan bir insandan beklenebilir açıklamalar... Bir insan Rasim Ozan Kütahyalı'ya aşık olup, onunla evlenebiliyorsa o insana Nagehan Alçı denir. Nagehan Alçı'nın ne ilk saçmalamasıdır ne de sonuncusu olacaktır...

- Che ölürken çantasından Atatürk'ün Nutuk adlı eseri çıkmış da ne büyük kolpadır ha! Hayır bir de buradan ne paye çıkaracağız? Atatürk olmasaydı Che devrimci olamazdı he mi? Babamın kafası bu kafa... Chp olmasa devrim diye bir şeyden söz edilemezmiş Türkiye'de!.. Ha babacım...

- Ben mi yanlış duydum yoksa büyükbaş bir kurbanlık hayvan 7000 lira mı? Eğer öyleyse ben kendimi kurban ediyorum. 7000 de istemiyorum. Anneme 4000, babama 1000 verin ben ölmeye razıyım, hazırım... Kanımı alnına sürecek olanların Hint danslarından bir demet sunmasını istiyorum bir de sadece o kadar...

- Eva Green güzel değil ama kadın... Yalnız, bazen o kadınlığını göstermeye kalkıyor... İşte o zaman çok basit, paçoz... Dursa yetecek olan insanlar var; göstermeden duramıyorlar. Bir dur ya... Sen dur biz bakalım... Senin gösterdiğin yerlere bakacaksak, milyonlarcasına bakabiliyoruz zaten... Biz sende başka bir şeye bakıyoruz Eva Green... Lütfen daha dikkatli ol. Bak Natalie Portman'a! Hiçbir tarafı seksi değil ablanın ama görünce diyoruz ki aaa kadın! Sana ise öyle bakmak, gün geçtikçe zorlaşıyor... 10 kiloluk memelerini çek gözümüzün önünden... Senin gözlerin güzel, elmacık kemiklerin çıkık, duruşun havalı, ayakların yere sağlam basıyor... Hiç ihtiyacın yok öteki şeylere... Senin için söylediklerim Penelope ve Scarlett için de geçerli... Görürsen iletirsin... Holywood falan demeyin, size Natalie Portman örneğini sundum... Orayı geçtik yani...

- Abbas Güçlü; bugün 24 şehit verdik... Böyle bir günde siyaseti karıştırmayalım diyor. Bugün deprem oldu, böyle bir günde siyaseti karıştırmayalım diyor. Cumhuriyet diyor, siyaset karışmasın diyor. Sınavlarda şifre var diyor ama siyaseti karıştırmayın diyor... Ben anlamıyor, Abbas Güçlü ne diyor?

- Futbol blogunda Rasim Ozan ile ilgili bir tam yazı yazmıştım. Blogun diğer yazarına tepkiler gelmişti, arkadaş siyaset yapmış diye... Buldum o tepki gösterenleri, tepki gösterdim. Hiii siyaset yapmış!!! Ne be bu? Rasim Ozan futbol konuşuyor ya! Ayrıca şike soruşturmasının siyasi bir tarafı yok mu? Yoksa bu adam niye spor yazarı oldu bir gecede? Ne? Siyaset mi? Iyykk! Sana ıyykk! Pislik... Tuvalet terliği! Hem de sarı olandan! Plastik! Böyle bir tarafı kopar hani. Ayak ordan çıkar, basamazsın yahu! Pis! Tuvalet terliği!

- Kusura bakma siyasetsiz! Hakettin, suçlusun çünkü! Damacana!

- Hemen videosunu koyalım da deli sanmayın!



- Damacanaya tecavüz eden adam var lan bu memlekette. Neyse ki etmeyen de var... Ama kalmaz bir 10 seneye... Neyse ki kızlarımızın da psikolojisi sağlam artık ve daha çok kendi rızalarıyla sevişebiliyorlar... Hem de mahkeme kararıyla... Böylece damacanaların tecavüze uğramasının önüne geçebiliriz... Bravo mülkün temeli!

- Şebnem Ferah... Hem diyorsun ki sevişmek sevmekten gelir, inanmışım... Hem de diyorsun ki içine girdiğin küçük kaygan deliği, yeni ve büyük bir dünya mı sandın? Hem diyorsun ki ben sevişiyorsam sevdiğim içindir, benle sevişen de beni sevdiği için benle sevişiyordur hem de diyorsun ki alt tarafı bir deliğe girdin, ne büyütüyorsun? E sen büyüttün önce... Büyüttün derken mevzuyu büyüttün... Dedin ki sevgi lazım... Sonra da alt tarafı seviştik, yarın sen yoluma ben yoluma... Ben hangisine inanacağım Şebnem Ferah? Kendimi kullanılmış gibi hissediyorum!

- Bu arada ben bu uykusuzlukla her gece bir yazı yazarım. Mail yoluyla yeni yazılardan haberdar olan 4 kişi biliyorum. Sözüm size... Bundan kurtulun bence... Bu saçmalıklara daha fazla maruz kalmayın... Bence çok sıkıcı yani... Yazmak tamam da, okumak? Sıkılmayın işte ne bileyim?

- İyi geceler!

01 Kasım 2011

Birkaç Gün İçinde...

Biz sevsek bu şarkıyı kıro oluruz, biz söylesek dışlanırız, biz çalsak ayıplanırız... Adamlar yapıyor ve iyi oluyor... Gitarda da denedim, çalabiliyorum... Sabaha kadar!!! Seeennn ...... Bir gün gelir de bana bir şey olur, bazı şeyleri kaybederim diye bu blogu video arşivi olarak kullanmaya başladım son zamanlarda... Aha bir tane daha... Bir de Aşk Kitabı var... Neyse... Video koyalım... Açar açar izleriz... Artık yazılarla vakit harcamayalım... Yazılmışları, dinleyelim...


28 Ekim 2011

Başarılı

- Şarkılar, seni söyler, dillerde nağme adın!

- Astımdan çok çekmiş biri olarak söylüyorum ki; Van'ın astım ilacı ihtiyacının karşılanması halktan değil devletten beklenmelidir... O iş öyle basit değil yani. Siz nefes alamamak, alma imkanı varken alamamak, çektikçe havayı soluyamamak nedir bilemezsiniz. Ben bilirim. Batı'dan astım ilacı gelsin diye beklemek olmaz. Van'da ne kadar astım ilacına ihtiyaç varsa o kadar astım ilacını devlet Van'a yönlendirmelidir.

- Bunu ayrıştırarak söylemiyorum ama çocuğa bez bağlarsın, sütle bir türlü mama yaparsın ya da kat kat giyinirsin, korunursun. Olmadı sağlam bir yapıya girer, soğuğu atlatırsın ama nefes alamamak çok acayip bir şeydir a dostlar. Cam kenarlarında geçirdiğim günleri unutamam. 20 günde 6 kortizon iğne yediğimi de... Nefes alamıyorsun ya daha ötesi yok. Öyle burun tıkanıklığı gibi değil... Halledilsin şu mesele bir an önce...

- Enkazdan çıkan insana su verince, ödem oluşturuyormuş. Ve kalıcı hasara hatta ölümlere yol açabiliyormuş. Enkazdan çıkarılan iki çocuk bu yüzden mi öldü bilmiyorum ama bunlara dikkat edelim. Geçen gün arama-kurtarma ekibinden bir kadın enkaz altındaki insanla konuştuklarını, su verdiklerini ve kurtardıktan sonra yine su içirdiklerini söyledi. Bu işin profesyonelleri bile ne yaptıklarını bilmiyor gibi geliyor bana ki çok fena bir durum bu.

- 40 milyon tl deprem vergisi toplamış devlet. Tayyeap onları duble yol yapımında harcamış... Seçim dönemi geldiğinde enkaz altında kalıp, yaşamını yitiren veya sakatlanan insanlar, şu an yardıma muhtaç konumda bekleyen insanlar, unutulur. İki tane doğulu yurttaş çıkartılıp, iyi ki yollar yapıldı köyüme rahatça gidebiliyorum der. Devletin 1 haftadır gidemediği köylere... Haritadan silinen köylere... Oylar patlar, Tayyeap coşar!

- Bir işte başarılı olmak nedir? Ne kadardır. Sürekli yaptığın bir iş var. Ama bir iyi bir kötü olursan, başarılı değilsin. Genelde iyi olacaksın. Sürekliliği olacak yani o iyi durumun. Futbolcu mesela... Mesela Alex 10 maç iyi oynasın. 34 maçın 10'u. Başarılı sayılmaz... Aslında 10 tane çok başarılı maçı var adamın. Ama yetmez... Ya da başka meslek düşün... Sürekliliği yakalamak lazım. Sonra kendi alanını yaratman ve o alana hükmetmen lazım. Sonra onu koruman lazım. Birinin gelip sarsmasını engellemen lazım. Artık burası benim dersen de olmaz. Yine genel olarak doğru kararlar alman lazım. İş yerine(alanına) sahip çıkman lazım. Orayı, yaşamın diğer alanlarıyla karıştırmaman lazım. Orayı hayata ya da hayatı oraya katmaman lazım. Hayatta yaptığın ya da yapacağın tüm hataları ya da olağan dışı güzellikleri iş yerinin dışında bırakman lazım. Oranın iş yeri olduğunu unutmaman lazım. Otorite lazım, hiyerarşi lazım... "Burada iş yapılıyor"u göstermen ve yerleştirmen lazım... Önce kendine yapman lazım hem de bunları... Yanındakilere iş arkadaşı gözüyle bakman lazım. İş yerini koruma hadisesini tüm çalışanlarla ortak bir tavır takınarak gerçekleştirmek lazım...

- Sonuç: Benim başarılı olma ihtimalim yok. Zaten yaş 24 hiçbir başarım yok. İşi, gücü, öğrenciliği geçtim; hayatın diğer alanlarında da elde edebildiğim bir şey yok. Saklayabildiğim, koruyabildiğim, sahip çıkabildiğim bir şey de yok... Bunun sonucu da çok açık. Ben diye biri yok...

- Spor programlarını sunan kadınlarda aradıkları tek özellik bacak güzelliği sanırım. Meme, göz, burun falan demiyorum bakın. Bacak güzelse, şeffaf bir masaya oturtuyorlar, bacak bacak üstüne attırıyorlar... Belli bir yere kadar görünüyor o bacaklar... Ne konuştuğunun önemi yok. Zaten konuşmuyorlar. Şurdan şu twit gelmiş ehi ehi yapıyorlar... Olay bitiyor... Tabi yapımcılar erkek. Biliyorlar erkeğin bir bacaktan nerelere kadar gidebileceklerini. İzlenilmek için dayıyorlar ekrana bacakları. Anladık burasını da; kadınlar kendilerini izleyen insanların sadece bacaklarına bakıyor olma ihtimalinden rahatsız olmuyorlar mı? Model ol, manken ol, sahilde ol de ki ben ne yapayım? Ama diyemiyor musun ben bugün bacak göstermiyim diye! Diyemiyorsun, ekmek parası! Fırın kurdunuz hala ekmek parası diyorsunuz!

- Ablamın evleneceği adam, onu sevmediğimi düşünüyormuş. İyi de ben kimseyi sevmiyorum ki doğru düzgün. Saymaya kalksam 4-5'i geçmez. Aileyi geç! Sayayım... 1,2... 2'ymiş lan! Buçukları da hesaba katalım. 3 tane de buçuk var. Toplam 3.5... Zorlarsam akşama 5 olur!

- Turk max'ta kadın bilekliğini tanımlarken keyifli ve eğlenceli sıfatlarını kullandı. Eğlenceli bileklik ne lan? Benim bilekliğim de çok akıllı. Rengi falan soldu çok uslu. Çok sadık. Hiç çıkmıyor bileğimden. D. günü hediyesiydi sen düşün. 3 ay geçmiş bir kere terketmemiş beni... Ayrıca bir şakalar bir şakalar... Çok bombastik!

- Ahmet Kaya'nın doğum günüymüş... Şarkısıyla veda edelim: http://fizy.com/#s/1ahsys

Bunu da dinlemek iyi olacaktır: http://fizy.com/#s/1agyqe

Olmasaydı sonumuz böyle diyebilirsiniz ama nereden bileceksiniz?










25 Ekim 2011

Karanlık

- Bu İçişleri Bakanı neyin kafasını yaşıyor? Yardımlar yeterli diyor ee hala ulaşılamayan bir sürü köy varmış o nasıl olcak? Millet yardımları yağmalamak zorunda kalıyor. Kime yetiyor yardımlar? Atalay'a yetmiş herhalde ama insanların hala yardıma ihtiyaçları olduğu açık...

- Van Valisi de Belediye Başkanı'nın ortak hareket edelim teklifini geri çevirmiş. Belediye başkanı BDP'li diye sanırım bu ahmakça tavır... Bir Vanlı ilk gün canlı yayınlanan bir programda tüm Türkiye'nin duyduğu bir cümle sarfetmişti ya hani. Nerde bu a.... k.... valisi? diye sormuştu. İlk iki kelimeyi atmak ister, sonuna da ünlem koymak ister bu gönül...

- Neyse efendim...

- Seks objesi olarak görülmek istenmeyen kadın mutlaka ki seksi oluyor. Zaten o yüzden bu sorunun muhattabı oluyor. Ama bence tüm kadınlar biraz seks objesi olarak görünmek istiyorlar. Çünkü onlar da biliyorlar ki erkek için çirkin kadın ve seks objesi olan kadın diye iki kavram var. Güzel kadın diye bir şey yok. Güzel kadınla sevişmeyi hayal etmeyecek bir erkek yok... E günümüzde güzel olmaya çalışmayan bir kadın da yok. Hatta güzelliğine erişmeden evden çıkan kadın da yok... Sür, sürüştür. Ayna önünde bir 10-15 dakika... E oldun seks objesi! Sen güzel kadın oldum sanıyorsun ama olduğun bu... En azından bunu değerlendirecek kişiler açısından...

- Van'a yardım etmek için kolileri taşıyordum. Biri de çıkıp biz de sana yardım edelim demedi. Ev ile kargo şirketinin arasını kaç tane koli varsa o kadar gidip geldim... Herkes eline sağlık dedi, koliyi nerden buldun dedi ama kimse dur yardım edelim demedi... Hayır yine terledim olan o oldu. Yine duş, bişeyler... Zaman geçiyor ve ben hep bir şekilde terleyip duş almak zorunda kalıyorum. Vallahi yeter!

- Sakalsız iğrencim. Aslında sakalla da iğrencim ama sakalsız böyle ne biliyim, yüzüme bakılmaz yani o derece... Ben aynaya bakamıyorum, kendimden tiksiniyorum...

- Sigara içme oranı artınca, nefesteki hırıltı da artıyor. Kendimden biliyorum... Ama yapacak bir şey yok. Dertliyim, içiyorum... Saçlarım da bir gecede beyazlayabilir, çok korkuyorum...

- İyilik yok. Kötülük çok. Karşılıksız iyilik yapamayacağın için yapacağın iyilik de bir anlamda kötülük. Ya da sen denesen bile öyle düşünüleceği için ya iyilik yapamıyosun ya da kötülük yapıyormuşsun gibi oluyor. Yok arkadaş, ben iyiyim, iyiliğini düşünüyorum desen de inandıramazsın. Bir de senden gelecek hayır ...... diyenler oluyor. Ya hayır bu, bırak nerden geliyorsa gelsin. Borçlu değilsin merak etme, yazmıyorum bir yere. Sadece birilerinin hayatı güzelleşebiliyorsa güzelleşsin derdindeyim. Yok arkadaş. Sen güzelleştireceğine, çirkin kalsın diyor adam. Ben o kadar çirkin miyim?

- E ben kime gideceğim başım sıkışınca. Var mı öyle birisi? Hayır ben gelirim de kabul eder misin beni? Edersin belki... Ben niye sana gelemiyorum o zaman? Ya da senin başın sıkışıksa benim sana gelmemi engelliyorsun. Cidden anlamıyorum... Kullan ya beni, sömür...

- "Replikas" - "Bahar" şarkısı... Gel kör et, beni bile bile!

- Her acı bir şey öğretiyor, bazıları da böyle anlamsız yazılar yazdırıyor işte...

- Çadırlar yeterli diyorlar, yalan! Keşke köylere ulaşabilse destekler ama yılmak yok... Dayanışalım... İleride bizim başımıza gelebilir diye değil... Birilerinin hayatı güzelleşebilir diye...

- Her yer karanlık bu ara! Kimse yok... İçimiz yalnız... Nefes hırıltılı. Bekliyor başımda bir ......

Kovuyorum, gitmiyor... Sigaramı yakıyorum, bitene kadar devam... Sigaramın ucunda bir ışık ve çıkan duman... Yaşıyorum... Sigara içtikçe... İçimi hissettiren, ışık veren, koku veren hiçbir şey yok başka. İyi ki varsın bu aralar sigara! Sigara bünyeye yararlıdır!

Zamlar da g........ girsin...

18 Ekim 2011

Bak gökyüzüne!

Yazı yok bu sefer, sadece aşağıdaki şarkı var... Bas pedalı, bak gökyüzüne!


09 Ekim 2011

Televizyon'a Çıkmak

Hani bir abi vardı "herkes, bir gün 15 dakikalığına da olsa meşhur olacak" diyordu. Sanırım teknolojinin geldiği noktanın, sistemle olan ilişkisini açıklamak ya da bu ilişkinin sonucunu ortaya çıkarmak adına böyle bir şey söylüyordu. Ben bile çıkıp, canlı yayınlanan bir programda 45 dakika boyunca yer aldıysam ve üstüne üstük "konuk" sıfatını elde ettiysem; bu abi haklıdır. Andy Warhol muydu bu abi? Neyse...

Şimdi ben meşhur olmadım elbette. Niye olayım bir canlı yayın konuğu oldum diye? Ama işte ışıklar, stüdyo falan değişik bir ortam. Orada meşhur olmuş gibi davranmanız lazım. Sırtınızı yaslamanız lazım oturduğunuz koltuğa. Normalde, ben içimden geldiği gibi davransam yani hiç tanımadığım insanlarla konuşmaya başlasam o kadar rahat görünemem. Rahat olduğumu söylemiyorum ama rahat görünmek zorunda hissediyor insan kendini...

Bana soru soruyorlar ve benim cevaplarımı merak ediyorlar. En azından öyle görünüyorlar. Bu çok acayip bir şey. Ve televizyonda en azından yüzlerce insan da ne diyecek bakalım bu mallar? şeklinde bizleri izliyor. Bunu da biliyorsun...

Ve ben kendimi izledim sonra. Televizyon 5 kilo koyuyor diyorlar ya doğru. :) Şaka şaka. Zaten hayvan bir insanım. Ama işte traş olmasaymışım daha iyiymiş. Yanaklar pörtlemiş ekranda. Bir de nasıl ahkam kesiyorum. Bana git nizami ölçülerde bir sahada iki tur at deseler dilim götüme kaçar ama orada şu şöyle, bu böyle diyorum...

Bir de "falan" kelimesini azaltmaya çalıştığım günden beri "bilmemne" kelimesine olan düşkünlüğümün arttığını biliyordum. Lakin programda 2-3 yerde "bilmemne" dediğimi görünce onu da bırakasım geldi. Üşeniyorum, örnekleri çoğaltmaya ve "falan" ya da "bilmemne" gibi kelimelere sarılıyorum. Çok yanlış...

Sürekli bir tebessüm var suratımda. Ve aşikar olan bir şey de bana gülmek yakışmıyor. Mal gibi görünüyorum gülünce. Ve ortada gülecek bir şey de yok. Niye gülüyorsam? Heyecandan sanırım...

Son söz de göz ve göz altlarıma... Morlar... Bitikler... Yanaklar bembeyaz, göz çevresi mor... Hani şişman olmasam yasaklı maddeler kullanıyor intibası yaratabilir ama öyle de değil... Belli ki uykusuzluk... Üstüne sağ gözümün kızarması da binince iyi pislik bir şeymiş gibi göründüm. Vallaha temizim...

Her şeye rağmen eğlenmişiz programda. Keyifli geçmiş. Sunucular da bizden sıkılmamış. Zaten program sonrasında da memnuniyetlerini ifade etmişlerdi... Sağolsunlar. Özellikle Şeyda Hanım'ın güzel konukseverliği şahsımı çok rahatlattı. Teşekkür ederim kendi adıma...

Meşhur oldum ben! Ona göre davranın!... Son iki yazı birer şarkıyla bitmişti, bu da öyle olsun...


30 Eylül 2011

Yalan

Çok konuşan insan, yalan söylüyordur derler ya hani, doğru. Çok konuştum, yalan oldu... Artık susmak vaktidir... Buraları kapatmak... Dükkanı kapatmak... Açık kaldığı her an yaş dolan gözleri kapatmak... Aklı kapatmak... Gönlü kapatmak... Seni seviyorum'un güzelliği, seni sevmiyorum'un acısıyla kıyaslanamazmış... Seni seviyorum var etme sebebiyken; seni sevmiyorum yok oluş cümlesiymiş... O halde, seni sevmiyorum kendim... Elveda...


27 Eylül 2011

Burası Amerika Değil!

7 sene sonra bugün okula gidip, derse girme şerefine eriştim. İlk defa derse girmedim tabii ama ilk defa hocayı dinledim. Not aldım... Düşün bak! İlk defa not aldım. Hoş pek bir şey anlatmadı, kendi internet sitesinden falan bahsetti ama olsun. Kalemtraşla kalemimi açtım, tertemiz defterime yararlı olabilecek birkaç bilgiyi ekledim. Bundan sonra hiçbir derse girmesem bile bu dersi geçermişim gibi hissediyorum artık. Ama baktım ki çok büyük kalmışım ben okulda. Benden eskisi yok. Çocuğun teki 2006 girişliyim modunda okulun en eskisiyim havalarına girdi, hoca bi şaşırdı, sınıfta bi uğultu. Diyemedim orada ben 2005 girişliyim insanlık! diye. Ezik miyim? Neyse işte...

Okula gittiğim sayılı günlerden birinde üniversitedeki tek arkadaşımla tanışmıştım. Kendisi tabii ki mezun. Aaa hatta bu blogda yazmayan bir yazar! Naber? Neyse işte o insanın, kardeşi geldi bizim okula... Nöbet değiştirir gibi ya o ne öyle? Bir de nesil değişiyor işte ben hala o okuldayım. Ne oluyor ya? Ben niye bu kadar geç kaldım? Neyi, ne zaman kaçırdım? Hayır yani ne yaptım o kadar sene? Tamam yani son iki senemi saymıyorum, insan üstü daha doğrusu benim için olağanüstü bir çabayla son sınıfa kadar eriştim ama ondan önceki 4 sene ne yaptım ben? Nerdeydim? Neyin peşindeydim? Ne istiyordum? Ergenliği mi geç yaşadım acaba ne yaptım? 4 sene be! 1 değil 2 değil... Öteki dünya varsa çok pis yanacağım o garanti de, bu dünyada da işim zor şu saatten sonra. Zaten yanıyorum ama ilerde alevler çoğalacak belli ki. Keşke 4-5 sene öncesine dönebilseydim...

Şimdi gelelim hocaya! Sempatik olmaya çalışan bir tip. Çalışan diyorum, çünkü tanımıyorum. Belki gerçekten sempatiktir. Ama ilk izlenim itibariyle sadece öyle olmaya çalıştığı kanısına vardım. Zaten ilk gördüğü insana "ayy ne sempatik biriymiş" demek çok antipatik değil mi? Ne biliyorsun? Nerden tanıyorsun? Belki sempatikliği amaç değil de araçtır. Sosyalleşmek, günah çıkarmak, çevre edinmek vesaire... İnsan bin türlü nedenden sempatik olmaya çalışabilir ilk girdiği ortamda... Sen şimdi niye düştün ki onun oyununa?

Tekrar ediyim, kadın belki sempatiktir ama öyle gibi de değil işte. Kaç yaşında kadınsın? Bir yaşının kadını ol! Sidikli diyince sevimli olmuyorsun. Çüş, oha falan diyince 18 yaşına inmiyorsun... Hee seveni çokmuş ama internetten baktım. İnternet dediğim tabii ki ekşisözlük... Bir de "iktisadi büyüme" dersine girmesine rağmen siyaset konuşmaktan haz etmediğini yazmışlar. Dersin tamamı siyaset be! Neyinden haz etmiyor?

Diyor ki bize her gün gazete okuyacaksınız. Her derste 15-20 dakika güncel ekonomik gelişmeleri tartışacağız. Eyvallah! Teorik yanı fazla olan bir ders için güzel bir uygulama. Okuyalım, tartışalım. Ama siyaset sokmadan nasıl yapacağız ki?

Büyüme kavramının ne olduğunu konuştuk mesela ilk ders için. Kalkınma ile karıştırılmaması gerektiğini falan söyledi ki iktisat 4. sınıfa bir şekilde gelmiş biri bu hatayı hala yapıyorsa, intihar etmesinde bir sakınca yoktur. Neyse... Sordu işte sınıfa. Nedir? dedi. Millet coştukça coştu. Mal ve hizmet üretiminin artması, gayri safi milli hasılanın artması bilmemne... İşte nüfus da artarsa aynı oranda bilmemne cart curt. Uzatmayalım... Şimdi ilk sorudan, ilk açıklamalardan mesele siyasete kaymadı mı? Büyüme nedir sorusuna benim vereceğim cevap, sermaye sahiplerinin(yerli ya da yabancı farketmez) kazançlarını arttırması durumudur. Diğer açıklamalar, kandırmak içindir... Neyse ki çıkıntılık yapıp parmak kaldırıp, aykırı davranan tiplerden değilim. Ama baktım ki hoca kendisi anlatmaya başladığında aynı noktaya geldi, kimse de "aga bu o zaman çok da iyi bir şey değilmiş" demedi...

Zaten hoca çok da piyasacı biri gibi değil. Yani işsiz sayısı azalmazsa, saat başı ücretler düşükse öyle büyümeyi neyleyim ben anlamı çıkabilecek cümleler de kurmadı değil... O yüzden kafaca bir noktaya gelebileceğimi hissettim kendisiyle. Sempatik bulurum umarım. Ama siyaset de yapmak lazım. Yoksa bu öğrencilerin mal çoğunluğu büyümede 1. olmamızı, refaha erişmemiz sanmaya devam edecekler...

Hocanın kıl olduğum yönü de saat başı ücretten, ottan boktan bahsetmesine rağmen dersin başındaki tutumuydu. Kadın ingilizce kitaplar veriyor, onlardan okuyacakmışız. İngilizcesi basitmiş vesaire. Tamam yani okuyalım. Basitse, anlarız da herkes anlayabilmek zorunda değil. Sen eğitimini onun üzerine kurmamışsan; karşındakinden o birikimi edinmiş olmasını hangi hakla beklersin. Hatta ingilizce bilmiyorsan, burdan mezun olduktan sonra hiçbir şey yapamazsın, annenin ayaklarını yıkarsın gibi bir şeyler dedi ki aman aman... Sonra bir internet sitesi verdi, tüm ders notları, makaleler, paperlar falan oradaymış... Eee yok benim internetim diyelim ne yapacağım? Bu nasıl bir akademik eğitimdir? Bir de Amerika'daki gibi diye övünüyor. İyi de burası Amerika değil!

Daha yazacaktım ama burası Amerika değil! ile veda edelim bari, sonra yazarız...


17 Eylül 2011

Göğe Bakma Durağı

Bakmayın arkadaş göğe möğe. Kandırır... Güneşi görürsünüz, aydınlık olacak sanırsınız. Yağmur yağar duygusala bağlarsınız. Rüzgar eser içinizi ısıtacak bir yandaş ararsınız. Karanlık çöker, yıldızları sayarsınız. Yakamozu çok acayip bir şey sanarsınız. Bakmayın göğe, kanarsınız... Umut ölür, acı kalır. En son umut ölür diyorduk da öyle değilmiş, en son acı kalır...

15 Eylül 2011

Başlık Bulamadığım Bir Yazı

Gördük ki bu siteye kimse girmiyor. Girenler de vefasız. Rica ettik, oy verin dedik, şeyine takan olmadı... Soru da basit yani. 3 nedir? Hayır bunu bilemiyorsan; neyi bileceksin ben anlamadım ki... Ne sorsaydık? Pi sayısını, avagadro sayısını sorsak bilirsiniz. Fibonacci sayılarının ne anlama geldiğini bilirsiniz. Altın oran falan kaçmaz sizden. Bir 3 nedir? sorusuna verecek cevap bulamadınız...

Bir süredir devam ettirdiğimiz Teledünya - Digitürk savaşını Digitürk kazanmış bulunmaktadır. Teledünya bağlattık. Lig maçlarını izlemeyeceğiz dedik. Sonra ligler başladı. Baba ya izlesek mi dedim. Dünden razıymış, meyhaneye gittik. Rakıydı, mezeydi derken annemin de yediği kanatlar sayesinde 75+ tl hesap ödedik. Digitürk'e 1 ayda verdiğimizden daha fazla. Sonra dedik ki bizde bu Fenerbahçe sevgisi sürdüğü sürece, kapitalizmin esiri olmaya devam edeceğiz, yapacak bir şey yok. Döndük eski sevgiliye...

Zaten bekliyormuş bizi. Gitmemiş bir yere. Bir süre ara verelim dediğimizi sanmış. Oysa biz onun eşyalarını(hd kutu, hdmi kablo ve uzaktan kumanda) toplayıp kapının önüne koymuştuk.Gelip almasını bekliyorduk sadece. Ama işte sonra kuyruğumuz sıkıştı. Aradık kendisini. Aramanı bekliyordum dedi. Senin bensiz yapamayacağını biliyordum dedi. Dedim arkadaş bu ne özgüven? Ama helal olsun. Ondan ayrıldıktan sonra hayatıma başkasını(Teledünya) soktuğumu da itiraf edemedim. Bu ömür boyu saklayacağım bir sır olacak.

Ama iş bununla bitmiyordu. Teledünya ile onu kırmadan ayrılmam gerekiyordu. Üstelik bu ilişki benim üzerimeydi(başvuru sahibi bendim bizzat) İlişkiyi sonlandırmak da benim görevimdi. Ev ahalisi bu konuda rahattı yani. Olan bana olacaktı.

Her neyse efendim. Aldım bende ona ait olan ne varsa(hd kutu, hdmi kablo ve uzaktan kumanda) gittim kapısına. Kapısını çalıp, aşağıya çağırmak isterdim ama otomatik kapılı bir yerde ikamet ediyor kendisini. Bızzıt! diye açıldı kapı. Girdim. Dedim ben senden ayrılmak istiyorum. Sen bana ilk başladığımız gün 15 gün içerisinde neden belirtmeden ayrılabileceğimi söylemiştin, 9. gününde geldim işte dedim. Hayrola bir yanlışım mı oldu(arıza vb.) dedi. Dedim ki "yo yooo!" Yo yooo da neymiş diyecek diye korktum ama üzüntüden sesi soluğu kesilmişti.

Sonra birden gözleri parladı. Dedi ki ben sana 15 gün demedim dedi 1 hafta dedim dedi. Olur mu ya babam da yanımdaydı 15 gün dedin dedim. Dedi ki hatırlıyorum ben senin geldiğin günü, ben sana 1 hafta dedim dedi. Üsteleyemedim. Onlar daha iyi hatırlardı sonuçta. Dedi ki ayrılamayız. Dedim ki öyle şey mi olur? Ben artık yürütemiyorum bu ilişkiyi, seni arkadaş olarak görüyorum hem sen benden daha iyilerine layıksın, ben seni üzerim dedim. Bir çırpıda bütün ergen bahanelerini sıraladım. Yalan olduğunu anladı tabii ki. Gülüş attı. Aşağılandığımı hissettim.

Ben sana bir sebep bulayım en iyisi dedi. Senin ihtiyaçlarına karşılık veremediğime dair(arıza) bir açıklama yaparsan(dilekçe yazarsan) ilişkimiz bitebilir dedi. Kağıdı, kalemi de kendi uzattı. Bana acımıştı ve daha fazla küçülmemi o da istemiyordu. Ayrıldık...

Sonra eve geldim, Digitürk beni bekliyordu. Dedim sen benim hayatımı mahvetmek zorunda mısın? Senin için kırdığım kaçıncı kalp bu dedim. Düşsene yakamdan, ne istiyorsun benden dedim. Dedi ki benim senin gibi milyonlarca sevgilim var, sorun bende değil sende. Şimdi gel beni istediğin gibi kullan dedi. Şimdi bu kadar davetkar olunca karşı taraf, erkek olarak dayanamıyosun. Hemen kurcalamaya başlıyorsun her tarafını(kanalları geziyorsun yani yanlış anlaşılmasın) Eee dedim, ne farkın var ki senin teledünya'dan? Dünyanın da parasını alıyorsun benden, seni geçindireceğim diye ay sonunu getiremiyorum dedim. Dedi ki atma lan bütün gün evde göt büyütüyorsun! Kırıcı oluyorsun dedim. Hadi çok konuşma da devam et dedi(devam et derken bir kanal bul da seyret demek istiyor)

Biz Teleonlar, Cine 5'ler de gördük, senin de devrin bitecek dedim. Senden sonra da mutlu olabileceğim dedim. Devrim bitene kadar esirimsin artık dedi. Ben senin kalbine değil aklına girdim dedi. Kolay kolay vazgeçemezsin, çıkartamazsın beni hayatından dedi. Başkalarıyla da mutlu olamazsın, çünkü onlarda beni ararsın dedi. Benle kıyaslarsın dedi. Ama hep bir eksikliklerinin olduğunun farkına varırsın dedi(ses ve görüntü kalitesi, Lig Tv vesaire gibi şeyleri kastediyor.)

Dedim tamam artık susalım ve işimize bakalım. Bak canım ben hazırım dedi. Saatlerce ilişki kurduk(tv izledim) ve hiç başım ağrıdı ya da özel günümdeyim(yayın kesilmedi) demedi. Ne istersem onu verdi(istediğim kanalı seyredebildim) hem de istediğim pozisyonlarda(yatarak tv seyretmek, oturarark seyretmek, bazen seyretmesem de açık bırakmak) Dedim sen beni mahvettin, hayattan soğuttun, asosyal ettin. Mala bağladım senin yüzünden, kimseyi sevemiyorum, kimseye açılamıyorum. Ama olsun dedim. Ben galiba sadece seni istiyorum!(Fenerbahçe maçlarını izlemek istiyorum.)


11 Eylül 2011

Kafalar Bozuk

Burayı boşluyormuş gibi oluyoruz diğer site yüzünden. Zaten buranın da takipçisi yok ama arşivde bulunsun...

Bir de şu sağ taraftaki soruyu cevaplandırın, ölmezsiniz...


Datça: http://kafamizbozuk.com/2011/08/19/datca/


Hoşçakalın...

04 Eylül 2011

Muamele!

- Kapitalizm başlıklı yazıda "digitürk" ve "teledünya" hikayesinden söz etmiştik. Şimdi kapitalizmin bir diğer çirkin yüzüyle daha karşı karşıya kaldık. Diji diji dijitürkler, ayın 3'ü olur olmaz "çat" diye kestiler yayınımızı. Tamam, biliyorduk keseceklerini de arkadaş bir gel, çayımızı iç, bayramımızı kutla... Sonra da al decoderi, çanak anteni git. Ne o öyle. Saat 12'de kabağa dönüşen araba gibi kaldık. Bir anda izlediğimiz şeyden olduk. Ya da saatini söyle önceden, de ki şu saatte yayını keseceğiz, biz de hiç başlamayalım izlediğimiz şey neyse onu izlememeye. Ya da alternatif bir yol arayalım değil mi? Senelerce para öde, bir yerden sonra artık ödemeyeceğini beyan et, yapılan muameleye bak! Bence yanlış. Hayır yani, hareket anlaşılabilir de muamele yanlış...

- Teledünya da zaten biraz dinci bir yapılanmanın ellerinde sanırım. Bayram tatilindeymiş kurulum ekipleri ve pazartesini beklememiz gerekiyormuş. Tamam bekleyelim de pazartesi olmazsa Leyla ile Mecnun kaçar. Bir de abone olurken babam kanal listesinde "Hilal Tv"yi gördü, kıza döndü hemen "Halk Tv" yok mu? diye sordu. Babam azılı CHP'lidir. Kız anlamadı tabi. Halk Tv'yi duymamış hiç. Zaten babamdan başka izleyicisi de yok bence. Halk Tv! Halk Tv! diye üsteledi babam. Bu, hani bir şeyi sen bilirsin çok seversin ama bakarsın ki çevrede o şeye karşı ilgi - alaka yok, biraz bozulursun ve öfke yapar. İşte tam öyle bir şey. Halk Tv ya, nasıl bilmezsin? gibi bir feryat. Kız, orda ne yazıyorsa o beyefendi dedi. Babam durur mu, yapıştırdı cevabı. Hilal Tv'yi koymayı biliyorsunuz ama! Kız daha fazla bulaşmadı babama. Bence Hilal Tv'den de haberi yoktu...

- Kız gömlek giyiyordu. Gömlek giyen kızlar bağırlarından değil ama kapattıkları ilk düğmenin altından çok acayip frikik veriyorlar haberleri olsun. Çünkü şimdi göğüsler biraz şişkincene ya o düğmeler arasında bir boşluk oluyo ve görünüyo bir çok şey. Hee kime ne? İsterse çıplak gezer ama biz söyleyelim. Görüyoruz... Bakma kardeşim diyecekler olacak. Bakmazsak, nasıl göreceğiz? :)

- Nerde kalmıştık? Heh işte bu kapitalizm bence kötü davranmaya devam ediyor insanlara. Hem de her aşamada. Sistem hiç iyi davranır mı? Bekası için yapması gerekeni yapar gibi rasyonel yaklaşımlar sunmayın bana. Ben daha küçüğüm anlamam o işlerden. Duygusal bir yapıya da sahibim, oturur ağlarım bak akşama kadar. Ben bana iyi davranılsın istiyorum. Ben çünkü her davranışımın iyi olmasına fazlaca özen gösteriyorum. Biraz iyiliği hakediyorum sanırım.

- Hee bir de şu her davranışımın iyi olmasına özen gösteriyorum meselesi bana çoğu zaman; yavşak, bukalemun, kaypak gibi hakaretamiz sözcüklerle geri dönüyor, onu da anlamıyorum. İçimde bir şey varsa saklamam ama dışarı çıkaracaksam da ahlaklı, vicdanlı olmaya özen gösteririm, ne var ki bunda? Öküz mü olayım? Yavşak olmayı tercih ederim...

- Akıllı insanlar her düşündüklerini söylemezlermiş hem, söylediği şeyleri düşünerek söylerlermiş... Kimindi lan bu aforizma? ama güzel yani. Sevdim. Burdan yırtabilirim. Her düşündüğünü söyleyen sözde dobra, özde geveze ve bence ilgi çekmenin yollarını arayan kişiler de başka bir aforizmayla karşılık verebilirler tabi. Ama ben susarak yenerim. Sonra da atasözlerimizden "Söz gümüşse, sükut altındır"ı çakar, bir elimle yumruk yapıp, diğer elimin avuç içini, o yumruğun üstüne sertçe şaplatır, uzaklaşırım. Böyle de pisleşirim yeri geldiğinde...

- Palamutbükü, hiç olmadı Ovabükü, hadi hadi Hayıtbükü'ne bile razıyım... Beni Datça'ya götürün. Sonrasını ben hallederim...

- İki şarkı var ki aslında hüzünlüler ama kalkıp sallanmamak elde değil. "Bye bye love" ve "She hates me" Ama "she hates me" daha bi beter. Her dinlediğimde "galiba" derken buluyorum kendimi. Ortada bir "she" de yok ayrıca. Paranoya!

- kafamizbozuk.com'da benim yazdığım ve yazacağım yazılar için sağ üst tarafa bir link koydum ama o sitede bir arkadaşımızın yazdığı bir yazı can sıkanhane! Sanırım böyle kolay etkilenip, vazgeçmek biraz aptalca ama 1-2 tane daha kendimce abidik gubidik yazı görürsem; o link ordan kalkacaktır. Şimdilik güzel yazılar ağırlıkta. Beni okuyun ama diğerlerini de ihmal etmeyin...

- Hoşçakalın...

21 Ağustos 2011

Ne zaman gitti tren?

http://fizy.com/tr#s/1ahul9

Hayata sövmek çok kolaydır. Pişman olmak çok kolaydır. Her zaman zor olana saygı duymak nedendir? Ama soru sormak da, hiç cevaplamamak da, anlamaya çalışmamak da kolaydır.

Bu gün bir kolaylık yapıp melankoliye dalıyorum. Yarın yine güç toplayıp, bir yerlerden bir umut ışığı bulup yine oradan çıkacağım, biliyorum. Başka türlü gerçek bir "yaşam" sürmek mümkün mü?

Yine de hep iskambil kağıtlarından kuleler yapıyoruz. Sürekli bir üflemeyle, bir rüzgarla yıkılıveren titrek kuleler. Her yıkıldığında yenisini daha ürkek yaptığımızdan daha da titrek olan ve daha kötüsü, artık yıkıldığında üzülmediğimiz kuleler. Alışmak, normalleştirmek kötü şey. Kuleler titrekleştikçe, duygular sertleşiyor, duvarlar büyüyor... Ne zaman kaçtı bu ipin ucu? Ne zaman gitti tren?

Uzundur ömür, meraklanma.
Mühimdir yalnızlık, telaşlanma.
Saatler geri, yavaşlama.
Sayfalar sarı, bir zamanlar genç olsan da.
Yaşamdan yaralı hayvan gibi.
İnsafa gelmeyen sahip gibi.
Duygular, saygılar eşyalardan sonra.
Yazılmış suya, bir zamanlar aşk olsan da.

Ne zaman gitti tren?
Bir ben kaldım bir de gölgem.
Saatim mi geri kalmış, bilmem?
Ne zaman gitti tren?
Bir rüzgara kapıldık biz.
Yelkenler delik deşik.
Acıktık bir anda acıya,
Bir rüzgara kapıldık biz...

Ne sen anladın, ne ben öğrendim.
Önzözler gereksizmiş, geç bildim.
Okuduk yine de gençmişiz işte.
Öylesizliğin daha güzelmiş öylece.

Bir kısa film hayattan kalan.
Oyuncu olsan, yönetmen olsan.
Gördüklerini unutmuş olsan
Yaşamak bazen sabır ister...



16 Ağustos 2011

Kapitalizm!

- Çok ayrı bir kafası var kapitalizmin. Farklı düşünüyor, ayrı söylüyor. Eldekinin kıymetini bilmek önemlidir kapitalizm için. Eldekini kıymetlendirmek, en yüksek değere ulaştığında satmak ya da değeri düştüğünde bırakmak... Ama aslında öyle değil. Kapitalizmin insanlara sunduğu bu olabilir ama yaptığı başkadır. Yapmaya çalıştığı daha çok insanı kapsamaktır.

- Digiturk mesela. 60 küsür lira para ödüyoruz. 6-7 yıldır var kendisi bizim evde. Seviyeli bir ilişki kurduğumuz söylenemez. Kendi adıma sömürüyorum açıkçası aleti. Çok kullanıyorum. Ama bu digitürk'ü ilgilendiren bir mesele değil. Bedaş bakıyor bu işlere. Çakıyor faturayı. Her neyse efendim. Bu digitürk, o kadar senedir müşterisi olmamıza rağmen, yeni abone olacaklara çektiği kıyağı bize çekmiyor. Çekerse taahhüt istiyor. O istiyor da biz istemiyoruz.

- Dediğim şu: Digitürk bizi önemsemiyor. Yeni gelecekleri düşünüyor. 2 gitsin, 5 gelsin daha ne isterim ben diyor. Yani pazar payını genişletmenin peşinde koşuyor. Eldekinin kıymetini bilmiyor, ele geçirmeye çalışıyor.

- Peki biz ne yapıyoruz. Teledünya'ya geçiyoruz. Ne olmuş oluyor? Teledünya pazar payını genişletmiş oluyor... Günümüz insanlarının sevgili değiştirmesi gibi bir şey. Pazar payı!

- Ttnet de aynı şey. Yeni gelen üyelere bisiklet veriyor ki ben nasıl çok istiyorum bisiklet, anlatsam inanamazsın. Böyle bir bisikletim olsun gezeyim de gezeyim. Ama param yok. Alamıyorum. Ee ttnet veriyor işte dur bi zorlayayım diye gidiyorum görüşmeye. Bisikletin verildiği paketle aynı paketi kullanıyorum zaten.

- Bana da bisiklet verin, hadi n'olur diyorum. Kızı çok etkiliyorum. Bilgisayarda bir şeyler deniyor. Sonra olmadı diyor. Diyorum neden ya? 13 ay önce bu pakete geçtiysek ve 24 ay taahhüt verdiysek bu suç mu? Bana bisiklet verin diyorum. Kız bir daha bir şeyler yapıyor. Beyefendi sizin için sistemi kandırmaya çalıştım ama yemedi diyor.

- Yeni abonelere yönelik bir kampanya bu diyor. Alacağım bir bisiklet ve bu binanın önünden geçeceğim her gün, işte o gün nasıl bir yanlış yaptığınızı anlayacaksınız diyorum. Kız üzülüyor. Üzülme diyorum, gel bi kahve hüpletelim. Tokat atıyor kız. Canım acıyor...

- Dostluk önemli şey, böyle olur mu, kıymetini bilmek gerek dedi bir ablamız, teyzemiz, annemiz... Sevdiğimiz bir büyüğümüz kısacası. Düşündüm. Öyle sanırım. Büyüdükçe anlaşılan bir hadise bu. Mücadele edesi geliyor insanın, kaybettiklerinin ardından. Ama PFDK'ya tedbirli olarak sevk edilmiş futbolcu gibiyim. Sahaya çıkmam bile yasak. Kaçak olarak giriyorum, güvenlik görevlileri tarafından yaka paça indiriliyorum. Erişemiyorum bile dostuma... Duymuyor, görmüyor bile beni. Duyarsa da kafasını çevirip bana bakmıyor. Suça ortak olup, takımdaki yerini kaybetmek istemiyor... Ama bu tedbir kalksın, ben onla ne ikili oyunlar ne duvar pasları yapıp, atakları golle sonuçlandıracağım, bak gör!

- Bir arkadaş 4-5 sene önce Alpay Erdem'e benzetiyorum lan seni dedi. Niye dedi anlamadım? Ne bir yazımı okumuş ne de Alpay Erdem'i tanımış. Üstelemedim tabii. Sonuçta Alpay Erdem'dir yani. Hem bisikleti de var onun.

- Yıllar sonra bugün bir başka arkadaş da karikatür gibi adamsın dedi. Sevindim. Komikmişim ve derinmişim bi de sessizmişim. Ama sonra düşündüm karikatürlerde çizilen tipler gibi miyim lan acaba diye. Sanmıyorum. Bence iyi bir şey dedi. Karikatür'ün onda yarattığı çağrışımları bende gördüğünü söylemek istedi. Hoş bir iltifat.

- D. günü dışında yaş pasta yiyebilmektir mutluluk. Ama öyle bir dilim yaş pastayı dışarda gümletmek değil. Bildiğin yuvarlak pastayı, kutusunda eve getirip, sevdiceklerle paylaşmak... Kuru pastaya hiç girmiyorum. Onu d. günlerinde bile zor görüyoruz...

- Kapitalizme dönelim tekrar. Düşününce Fenerbahçe şirket ya hani. Bu bana çok koyuyor bazı bazı. Arçelik'i tutmak gibi bir şey haline geldi takım tutmak. Hisse senedi falan var kulübün. Bu şike olaylarında bir kez daha anladım ki kapitalizmin yılmaz savunucusu durumundayım taraftar olarak. Bilet almak, lig tv aboneliği, forma almak falan... İyice. Ama mesela az bir şey benimki. Milletin hissesi var. Fener küme düşerse batacak adam. Zaten soruşturma açılıyor, hisse senetleri dip yapıyor. Düşmeyeceği açıklanacak bilgisi sızıyor, borsada en çok işlem gören ikinci şirket oluyor takımım. Pehh... Biz neyin peşindeyiz?

- Bu ülkede bütün bokluklar cuma günü, mesai saatinin bitiminden sonra olmak zorundadır. Serbest piyasa kanunlarının hüküm sürmeye başlamasından itibaren bu böyledir. Sivas katliamı, 28 şubat vb... Bunlar eski. En son komutanlar bile İMKB kapandıktan sonra emekliliklerini istediler, pehhhhh... Korkmayın paşalar... Siz aç kalmazsınız...

- Başbakan da maaşıyla geçinemiyormuş ya, helal olsun. Ama hesapladık bu sabah, Nurgül Yeşilçay daha çok kazanıyor Tayyip'ten...

- Çınar Ağacı film olarak tavsiye edilecek kadar iyi olmasa da çalan şarkılar muhteşem. Bir zamanlar bir arkadaş dinletmişti bir sitede. Atatürk mü cumhuriyet mi bilmemne şeyinin sitesinde var şarkılar ama hatırlayamadığım için yönlendiremiyorum.

- Köri de tavuğa ayrı bir hava katıyor hani.


- Hoşçakalın...

07 Ağustos 2011

Asmalı Mescit!

- Küçük Beyoğlu'nun masalarının kaldırılmasına sevinmemek elde mi?

- Peki ey Asmalı Mescit tipi! Cihangir Enteli! Ne oldu da celallendin? Hayatında hiçbir şeye bu kadar sinirlenmemişken masaların kaldırılmasına niye bu kadar üzüldün, dert ettin? Canın mı yandı? Sana mı dokundu? Ülkenin vahim halleri yaygarasını koparmaya neden şimdi başladın? I Phone'unu masanın üzerine, arabanın anahtarının yanına koyup, mojitonu yudumlayamayacağın için mi? Yoksa oradaki emekçileri mi dert edindin? Canımsın...

- O emekçiler; kendilerini Asmalı Mescit veya Cihangir'e adamış, gönüllü çalışanlar mıdır peki? Daha fazla para kazanabilecekleri veya daha az çalışabilecekleri bir iş olsa orada olurlar mı? Niyetini "manita düşürmek" olarak açıklamaktan çekinmeyen emekçileri tenzih ederim... Peki sen ne zamandan beri emekçinin derdine düştün?

- Türkiye'nin her yerinde, İstanbul'un birçok mevkiisinde kapanan cafe-barlar için neden aynı tepkiyi göstermedin? Fabrikalar kapanıyor yahu, hangisinde ses çıkardın? Hangisinde gittin işçilerin ay pardon emekçilerin yanında oldun? Ses çıkarttın? Deniz kenarında, çok ciks bir mekan, atıyorum köprü yapılacak diye yıkılırsa; oradaki emekçiler için de ses çıkartır mısın?

- Yok ama! Senin oturduğun sandalyeyi ve senin kullandığın masayı aldılar diye dimi bu feveran? Sen de haklısın. Zaten kaç yerde oturabiliyorsun ki? Peki sana yer bırakmamak için ellerinden geleni artlarına koymadıkları zaman neredeydin?

- Peki senin oturduğun yerlerde maliyetinin 3-4 katı fiyatla içkini yudumlarken, hiç ses çıkardın mı? Ben emek harcıyorum, para kazanıyorum; siz resmen benim emeğimi çalıyorsunuz dedin mi? Demedin...

- Ne oldu? Artık entel düşürme imkanın mı azaldı? Peki sen hiç bir gün, oralardaki mekanların sahiplerine, arkadaş bu yol senin babanın malı mı? Koymuşsun sandalyeleri haksız kazancın kralını elde ediyorsun, diğer bir sürü küçük işletmenin kazancına da mani oluyorsun dedin mi?

- Neyin yanındasın? Kimin karşısındasın? Gericilik okullarda, sokakta, gazetelerde, televizyonlarda kol gezerken; ucunun sana dokunmasını niye bekledin? Oradaki mekan sahipleri hiç çalışmadan 3-4 sene geçirebilecek maddi güce sahipken; sen hiç çalışmadan geçirdiğin 3-4 günü nimetten sayıyorsan, bu dertler senin dertlerin mi?

- Sen nerede yaşıyorsun ey entel? Cebinde parası olmadığı için Asmalı Mescit'i görmeyenlerin olduğu şehirde, kimin hakkını savunuyorsun? Kimlerin hakkını hiç savunmadığın halde? Sen cuma - cumartesi rahatlıkla içemeyeceksin, karı-kız kesemeyeceksin diye mi ülke geriye gidiyor yani? Yoksa ülkeyle birlikte senin de geriye gittiğin tarihin üzerinden oldukça zaman mı geçti?

- İşletmelere haber verilmeden, masa ve sandalyelere el konulması tek kelimeyle faşizanlıktır, şüphesiz. Haberleri olmadan işten çıkarılanların, telefonuna numaralar yüklenip suçlu ilan edilmeye çalışanların, şifreli sınavlara girenlerin olduğu ülkede dışarda içki içememek midir tek dert?

- Ey entel! Coşma! Kandıramazsın. Sen kendine güzel paralarınla yeni mekanlar bulursun. Ve içer içer unutursun. Eylem yaparsın, twit atarsın tatmin de olursun. En kralı sensin, en duyarlısı... Senden iyisi, düşüncelisi yok zaten. Sen yeni mekan bulana kadar vır vır vır konuşmaya devam et. Hiç parası olmayan, hiç mekan bulamayanlar da size küfretmeye devam edecekler... Sen yeni mekanını bulduktan sonra bile...

- Siyaset yok mu yani bu işin içinde diyecek aymazlar için, yazının tamamının siyasi içerikli olduğunu düşündüğümü belirteyim. Bir daha okusunlar. Akp ilişkisi kurmadığımı düşünen dingiller için belirteyim. Bir daha okumasın onlar... Olmamış demek ki yazı. Geçip gitsinler...

- Haydi şimdi içkimizi içip, entellektüelitenin dibine vurabileceğimiz ve gecenin sonunda özgürlüğümüzü sınayabileceğimiz, ileri ve sosyal bir mekan bulalım. İçelim, güzelleşelim. Biz güzelleşince, memleket de güzelleşmiyor mu?

- Bir memleket gibidir gemi!

02 Ağustos 2011

Bir Melek Vardı!

- ağladım delice
elimde boş bi şişe
kutladım bu gece sarılmanı
başka kollara

yapayalnız biçare
ölüyorsam kime ne
benzedim bu gece yine
boş sokaklara

model

- Hintli çiftçi, karın ağrısıyla doktora gidiyor ve eksiksiz bir kadın üreme sistemine sahip olduğu anlaşılıyor. O değil de adamın erkek üreme sistemi de tam. Adamın dedik ama adam mı? Ne lan bu? Bambaşka...

- Aydın'da bir baba 17 ve 19 yaşındaki kızlarına senelerdir tecavüz ediyormuş. Bu baba, üvey kızlarından birini de zorla oğluyla evlendirmiş ve tecavüz etmeye devam etmiş.

- Şanlıurfa'da son 2 gün içerisinde hastaneye başvuran 14 ile 17 yaşları arasındaki 11 kızdan 10'u hamile, 1'i de doğurmuş.

- Yine Şanlıurfa'da kızına tecavüz etmiş. Kadın bir şekilde şikayetçi olunca adam da "Bana iftira atıyorlar, kızım zaten hayat kadınıydı" demiş.

- Gelişen, değişen, demokratikleşen, medenileşen Türkiye!

- Ramiz İlker sıkıyönetim diyor, Nagehan Alçı Türkiye demokratikleşiyor diyor. Ne içiyorlar? Bizim içtiklerimiz niye böyle etkiler yaratmıyor? O kadar da içiyoruz halbuki...

- İçip içip sıçıyoruz, sıçtıkça sıvıyoruz. Tüyü de dikiyoruz, kaçmaz!

- Allah varsa; kendisinden dileklerim şunlar: 1) ATV aracım olsun, 2) Westfalen Stadı'nda bir derbi maçı izleyeyim, 3) bulamadım... Çok makul bir insanım...

- O gemi mutlaka gelecek İsmail Abi!

- Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm! Hayırlısı...

- Damacana kurban damacana, damacana! =)

- Haydi eyvallah...

- uyku imkansız
umut vicdansız
güneş bile dedi ki kendine
doğmak anlamsız

model

30 Temmuz 2011

Uyku

- Makinist filminde Christian Bale'in oynadığı karaktere döndüm. Uyuyamıyorum. Hoş, adam 1 senedir uyuyamıyor ama benim de 2 ay oldu. Bir de o hiç uyuyamıyor ve eriyor. Bense erimeden günde 2-3 saat uyuyabiliyorum. Ama yetmiyor 2-3 saat onu söyleyeyim. Gözlerimi açamıyorum....

- Christian Bale demişken; Prestij de izlediğim en güzel filmlerden. Beklenmedik sonlar benim beğenimi oluşturuyor sanırım.

- Beklenmedik son derken de Olağan Şüpheliler'i es geçmeyelim.

- Bir beklenmedik son da Leyla ile Mecnun'un sezon sonu bölümüydü hani. Dedeye noldu?

- Filmi çekilecekmiş onun da. İki dizi var izlediğim, ikisinin de filmi olacak. Umarım diziyi bok etmez filmler...

- Sarp Apak da sempatik bir insan değil, söyleyeyim.

- Karınca da ne zor ölüyor arkadaş? Bükülüyor darbeyi yiyince, darbe bitince de yürümeye devam ediyor. İyice ezmek gerekiyor hayvanı.

- Hilal Cebeci niye soynuyor anlamadım? Neye yarıyor ki? Bir de reklam yapıyor twitter sayfasından. Hilal Cebeci tercih etti diye tercih edilebilecek ürünler olabilir mi? Tam tersi olabilir gibi geliyor bana. Belki seksi olmaya çabalayan kızlarımız, iç çamaşırlarından edinmek istiyor olabilir.

- Dağhan Külegeç de sempatik değil. Yamuk ağzına sıçayım kendisinin.

- Kavak Yelleri izlediğim düşünülmesin, Lig Tv'de şu an bahsettiğim iki insan ve can sıkıcılar.

- İzzet Çapa ne iş yapar bilemem ama geçen gün Tv'de kendisini görünce "Aa Ahmet Mümtaz Taylan" dedim. Sonra baktım ki İzzet Çapa. Sonra google'dan baktım, benzemiyorlar.

- Şarkıcı Yaşar da Tim Duncan'a benziyor. Biraz güneşte kalsa tamamdır.

- Medya, yargı, siyasi iktidar, ordu! Her şey, Tayyip'in oldu... Fabrikalar, tarlalar..... sloganındaki melodik biçimle okuyunuz...

- Son olarak, dün güzel kafayla 2.5 saat bir arkadaşla ki kendisinin adı E ile başlar, n ile biter, fena bir tartışmaya girdik. Yanımızdaki 5-6 insan da bizi dinlemek zorunda kaldı. Kuledibi'nde biralarımızı içerken, yanımıza gelen iki insanın "Hayrola ya niye insanlar burada içiyor, bir durum mu var?" diye sormasıyla başladı. Güzel güzel muhabbet ediyorduk çocukla, işte zabıtanın Beyoğlu operasyonu ve insanların başka yollar aramasıyla ilgili. Konuştuğumuz adam da belli ki bilmiyor buraları, İstiklal Caddesi'nin falan soruyor. Her neyse işte birden bizim arkadaş çıktı çocuğa çık şurdan, sola dön dümdüz yürü dedi. Sağol dedi çocuk sonra bana bir şey sormaya devam etti. Bizim arkadaş da tekrar yol tarifi yaptı. Çocuk da tamam abi bi dakka sen niye sinirlendin ki şimdi dedi. Bizim arkadaş da tamam abi istiklal şurası falan dedi. Postalıyordu yani herifi.

- Çocuk da kırıldı haliyle, mevzu da çıkarmak istemedi ve gitti. Sonra sen ne yapıyorsun ya dedim bizim arkadaşa? Elalemin malını çekmek zorunda mıyım dedi? Niye mal oluyor abi şimdi adam dedim. Mal işte dedi. Çekemem dedi. E çekme dedim, ben konuşuyorum sanane dedim. Sonra Bağcılar'dan bilmemnereden çıkmasın bu tiplere kadar geldi muhabbet. Sonra İstanbul'daki trafik sorunu da, güncel sorunlar da bu tipler dediği adamla ilişkilendirildi.

- Haliyle mesele Kürt meselesine kadar geldi. Adama bu nasıl bir elitist tavır dedim? Evet elitistim dedi. Şimdi bir insanı 10 senedir tanıyorsun, kızınca, kafası güzel olunca falan tamam ama ciddi ciddi konuşunca apayrı bir dünya görüşünü ciddiyetle savunan ve kendisine, benim düşüncelerime yakın bir ideolojik tercihi savunanların kullandığı bir sıfatı yakıştıran adamı görünce hayal kırıklığın büyük oluyor.

- Gece 2'den 3.30'a kadar başka bir şeyi konuşamayacak kadar... Ama o 1.5 saatlik konuşma, ömrümün geri kalanını kurtarmıştır. Saflar belli olmuştur haliyle konuşulacak konuların derinliği de...

- Hiçbir şey anlamadınız. Ben de anlamadım zaten. Anlayamadım. Neyse ki kardeşi daha insancıl biri.

- Haydi iyi geceler....

06 Temmuz 2011

Sıradan Çağrışımlar

A - Ahlak: Her şeyin temeli. Ufak bir zedelenme tahribatı arttırır. Sonra bir delik açılır, büyür de büyür. Başka biri olmaya zorlar. Başka durumları savundurtur. Bahane yaratır. Kısacası sağlam kalabilmek için korumak gereken şey.

B - Bilgi: Sonsuzluğun çekiciliği, öğrenme arzusu, yaşama nedeni bazen de yaşamama.

C - Can Yücel: En güzel şiirin sahibi, en güzellerinden bir şair. (Bkz: Buluşmak Üzere)

D - Deniz: Bakarsın olur, düşlersin olur, dalarsın olur, atlarsın olur, üstünde yüzersin olur, gidersin olur. İyi ki var!

E - Ezgi Asaroğlu: Bu yazının yazılmasının sebebidir. Çok da güzeldir.

F - Fenerbahçe: Şike falan canımız sıkılsa da en mantıksız sevgi.

G - Gözler: Yalan söylerler. Arabesk takılmaya gerek yok. Ama güzel gözler bir de güzel bakarsa ve samimiyetten başka bir şey görünmezse o gözlerde; hem içmeden sarhoş olur insan hem de sabaha kadar içse bana mısın demez.

H - Hak - Hukuk: Hiçbir talep edenin, tamamiyle kavuşamayacağı; kavuşursa ekonominin, siyasetin çökeceği kavram.

I - Işık Oyunları: Etkileniyor insan.

İ - İrem:

J - Jean Paul Sartre: "Cehennem, başkalarıdır."

K - Kalem: Yazmak, çizmek, resmetmek. Anlatmanın en güzel yolu.

L - Lise: Çok şey kaldı, hiçbir şey kalmadı.

M - Mütemadiyen: En sevdiğim kelime.

N - Nazım Hikmet Ran: Tahirle Zühre Meselesi. Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık, yahut hiç sevmeseydi, Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

O - Oyun: Sokakta, evde, okulda, mecliste, aşkta, savaşta... Her yerde...

Ö - Öğrenmek: Akılda kalabildiği sürece değerli.

P - Piggy: Kedimiz. Çok çirkin bir sevimli.

R - Rakı: Peynir, kavun ve güzel bir çift gözle bıkmadan içilebilecek üzüm suyu.

S - Su: Başlıca içeceğimiz.

Ş - Şüphe: Her dakika içimde.

T - Tecrübe: Güzele, doğruya yönlendirecek olanın önünde saygıyla eğilinir; vazgeçirmek için anlatılırsa dinlemekten vazgeçilir.

U - Uyku: 1-2 haftadır yanıma uğramayan.

Ü - Üşümek: Çok az yaşadığım. Yağlar, kanlar maaşallah...

V - Vicdan: Ahlakın temeli. Doğruyu, güzeli bulma yolculuğu.

Y - Yağmur: Ne şemsiye, ne şapka. Islatsın beni. Aksın, akması gerekenler yollara.

Z - Zenginlik: Hırsızlık...